İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İzlenilesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2018 Pazartesi

The City of Lost Children - Marc Caro - Jean Pierre Jeunet (1995)


Şarküteri filminin yönetmenlerinden, o filmdeki şehrin diğer tarafından başka bir hikaye hissi veren bir bilim kurgu filmi. Distopik atmosferine rağmen umudu cebinize koymayı ihmal etmeyen ve en umutsuz zamanlarda bile sevgi vardır diyen umut tazeleyen filmlerden Kayıp Çocuklar Şehri. Canım Dumby ne demiş, mutluluk en karanlık zamanlarda bile bulunabilir sadece ışıkları açmayı unutma. İşte o durumlarda bile sevgiyle açılan bu ışıkla bir kimsesiz çocuk aile bulabilir ve küçük kardeşini arayan bir dev başka bir kardeş bulabilir.

Çılgın bir canavarın rüya görmek için küçük çocukları kaçırdığı, cüce bir kraliçenin ona birbirinin kopyası 6 oğluyla yardım ettiği ve filmin önemli karakterlerinden her şeyi bilen beynin önderliğinde bu canavar çocukların rüyalarını çalmaya çalışır. Yalnız ne kadar uğraşırsa uğraşsın elde ettiği tek şey kabuslar olur.



Bu çocukların çalındığı şehirde kelimelerle arası pek iyi olmayan ama çok güçlü One'ın çocuk hırsızlarından sakladığı boğazına oldukça düşkün kardeşi çalındığında kardeşini almak için girdiği mücadeleyi ve ona hırsızlık yaparak hayatta kalmaya çalışan bir çocuğun yardımıyla kardeşini bulmaya çalışmalarını izleriz. O obur küçük kardeş filmdeki her sahnesinde gülümsemeye sebep olacak, öyle sevimli. Ara ara devreye giren kara mizah da sizi yine gülümsetecek unsurlardan.

One ile Miette'nin ilişkisinin Leon'u (1994) anımsatan bir yanı var lakin yine de en karanlık ve distopik mekanlarda bile sevgiyi gösterdiği için bu filme göz atmalı. Ve unutmayın ki en pahalı mücevherler bile sevginin yerini alamaz ve sevginin olmadığı yerde ne yaparsan yap elde edeceğin tek şey sadece kabustur. O yüzden çok sevin ve sevilin :). Mutlu günler, sevgiyle kalın  <3.

Devamını Oku »

26 Aralık 2017 Salı

Sinema Güzeldir #6 (Başka Sinema: İşe Yarar Bir Şey ve Sarı Sıcak)

Başka Sinema sen ne harika şeysin :). Sinema Güzeldir serisine Başka Sinema'yla devam ediyorum, havama, lüksüme bakın <3<3<3. Öncelikle beni çok ama çok heyecanlandıran bir haberi paylaşmak isterim. Şu yazımda şehrime gelmeyecek dedim ve şehrim beni öyle güzel öyle güzel yanılttı ki ... Geldi çünkü. Gönlümün efendisi, çok merak ettiğim, hemen koşup izlemek istediğim "Godard ve Ben" şehrime geldi <3<3<3<3. Planlar yapıldı hemen hafta sonu gidilip izlenilecek <3. Sonra da yorumu sizlerle paylaşılacak :). Bu Başka Sinema çok güzel ya, çok ama çok mutluyum. Antakyalılar siz de bir el atın şu sinemaya böyle güzel filmler geliyorken. Haftada en az bir kez gidin, çok güzel filmler geliyor. Ben de o izlediklerimden ikisini önereceğim şimdi. Hadi bakalım, bir de lütfen Konak Başka Sinema'ya devam et <3.

İşe Yarar Bir Şey - Pelin Esmer (2017)




Harika bir film. Tek kelimeyle harika. Bayıldım, her dakikasını zevkle izledim. Bir tren yolculuğu iki kadın ve bir karar. Edebiyatla iç içe, gizem, kara mizah, gerilim bu filmde. Bir de alıntılar, şiirler var ki en olmadık yerlerde gözlerinizi dolduracak cinsten. Biliyorum geç kaldım yazmak için ama olur da hala oynuyorsa sinemalarda mutlaka gidin izleyin, teşekkür edeceksiniz. Barış Bıçakçı okuma isteği uyandıracak, yazarı severler filmdeki etkisini zaten hissedecek. Teşekkürler Pelin Esmer, teşekkürler Barış Bıçakçı. Başak Köklükaya, Öykü Karayel ve Yiğit Özşener. Çok güzel film çok <3.

Sarı Sıcak - Fikret Reyhan (2017)




Giriş sahnesiyle beni bir güzel geren sonrasında da sırtımızda o sarı sıcağı hissettiren bir film. İbrahim'in hayatına odaklanıyoruz bu filmde. Hayallerini, onlara kavuşmak için uğraşını ama bu arada da güç dengelerini, ataerkil aile düzenini, değişen sistemi de İbrahim dolayısıyla görürüz. Kısa, sade bir film.

Bu iki filmi de ben beğendim ama İşe Yarar Bir Şey tekrar izleme isteği uyandırdı. Çok ama çok sevdim <3. Kitap alıntıları, şiiri, müzikleri, görüntüler, oyunculuk kısaca her şeyiyle ben çok sevdim :). Sonuç olarak ikisini de beğendim. Başka Sinema'ya sevin, sevdirin  <3.
Devamını Oku »

8 Aralık 2017 Cuma

Atıştırmalık #32 (Tür Karmaşası)

This Must Be The Place - Paolo Sorrentino (2011)



"Benim Adım Sam" filmini izlediğim günden itibaren Sean Penn'e bir sevgim var, çok iyi oyuncu. Bu role de çok yakışmış ama hikaye sanki tam bir kendini bulup toparlanamamış gibi. "Youth"'da da birçok konu hikaye iç içeydi ama o daha derli toplu çok güzel bir filmken bu filmin dağınıklığı girilen daha az detay filmi biraz aşağı çekmiş ama yine de sevdim, önerilir :).

Eski bir rock starın uzun süreli emekliliği ve can sıkıntısı onu yollara dökecektir.

Meet the Parents - Jay Roach (2000)



Televizyonda denk gelince izledim, güldüm geçti ve bitti :). Serinin devamını izler miyim, izlerim. Önerir miyim, daha iyi filmler bulabilirsiniz. Ancak televizyonda falan denk gelince izlemelik tam bir hafif atıştırmalık :).

Eski CIA ajanı baba rolündeki De Niro'yu komedi filminde izlemek güzel ama sanki arada çakmak çakmak "Taksi Şöförü" bakıyor gibi oluyor bana :). Ben Stiller kendini aileye kabul ettirmeye çalışan damat adayı rolünde. Bu iki erkeğin ortak noktası tabi ki güzel kızımız Teri Polo.

Karışık Aile - Frank Coraci (2014)



Bir diğer mesaj kaygılı Adam Sandler aile komedisi. Yine kendimi DIY işlerime vermişken karşıma çıkan ve değiştirmediğim bir film. Yine hafif atıştırmalık, konusu, komedisi her şeyi tahmin edilebilir, ortalama bir Sandler filmi. Bu adamın filmlerini de eskiden beri izler hatta bazılarını severim. Sizi şaşırtmaz, üzmez, vauv dedirtmez ama izletir, hatta çoğu zaman güldürür. Önerir miyim, önermem. Bu tarz çok film var, hangisine denk geldiğinizi aradaki farkı anlamazsınız bile o yüzden olurda denk gelirse zaten kendinizi izlemiş bulursunuz :).

Adam Sandler'ı daha önce de ekranda çift olarak gördüğümüz Drew Barrymore ile yalnız ebeveynler olarak izleriz. Çocukları için çırpınan bu anne ve babanın yolları yine onları mutlu etmek için keşisecektir.

Serpico - Sidney Lumet (1973)



Al Pacino tatlımın Frank Serpico'yu canlandırdığı biyografik bir film. Polis merkezindeki çürümeyi anlatan bu filmde Pacino'yu hippie olarak izlemek mümkün. Film genel anlamda fena değil ama stereotip suçlu profili siyahiler olup bir de kadın dediğin evi temizler mantığı beni memnun etmedi. Onun dışında bence ortalama bir film. İzlenilebilir, Pacino'yu hippie görmek için bile :).

Devamını Oku »

7 Aralık 2017 Perşembe

Sevgili Güllük #56 (5. Antakya Uluslararası Film Festivali + Başka Sinema)

Merhabalar!! Yine güzel kültür sanat haberlerimle buradayım. Hem bu haberi verdiğim hem 2017'yi böyle bir haberle bitireceğim için (yok son yazı değil, yani umuyorum :)) de çok mutluyum. Başka Sinema artık Antakya'da!!! Bununla da kalmıyor beşincisi düzenlenen bir festivalimiz varmış ki ben şahsen bu sene öğrendim, doğma büyüme buralı olduğum halde.



Yine de önemli olan sevgili Hataylılar bilin ki 7-12 Aralık'ta devam eden bir film festivali ve artık Başka Sinema gösterilen bir sinemamız var :). Festival filmleri dört lira bilginize. Yılların sineması, benim sinemada ilk filmimi izlediğim yer olan Konak Sinema'da. Bir ara kapandı açıldı derken böyle bir dönüş yapması bizi avm sinemalarına mahrum bırakmayıp alternatif filmleri yayınlamasıyla bir kez daha gönlümü kazandı, daha da değerlendi. Siz de lütfen fırsat buldukça gidin ve bu sokak arası sinemamız kapanmasın ve büyük yapımcıların sadece filmlerini oynatabildiği sinemalara mahrum kalmayalım. Zaten o filmlere illa bir yerde denk geliriz ama bu filmler çok ama çok değerli. Ülkemizde güzel filmler çok güzel filmler yapılıyor. Bu fırsat ayağımıza kadar gelmişken destek olalım ve bu sanatı daha yakından takip edelim.




Anlayacağınız ben festivallere gidemiyorum diye üzülürken festival ayağıma geldi :). Sinema artık daha güzel benim için. Her gün plan yapıp filmleri zamanında takip edebileceğim, program yapacağım. Yine yeniden. Artık daha güncel sinema yazıları da olacak ki şimdiden programlar yapıldı, ilk yazı da yolda :). Bu çevrede olan herkesin de en azından haftada bir kere ne var ne yok diye uğramasını canı gönülden isterim. Siz de ne kadar çok paylaşırsanız bu haberi sadece sözlü bile olsa eminim ki daha çok insana ulaşacaktır. Ben önünden geçmesem haberim olmazdı, tanıtımı maalesef yeterli değil ama yine de kulaktan kulağa yayılsa bile daha fazla insana ulaşabilir.

O yüzden Konak Sinema'ya, sinemamıza sahip çıkalım, hem de böyle film seçimleri yapmışken <3.



Aşağıda Instagram hesaplarını takip edebilir, güncel film ve seans bilgilerini öğrenebilirsiniz :). Sinemayla kalın :).

https://www.instagram.com/antakyakonaksinemasi/?hl=tr
Devamını Oku »

23 Kasım 2017 Perşembe

Atıştırmalık #31 (Ortaya Karışık, Dört Farklı Türde Film)

Take Care of Your Scarf, Tatiana - Aki Kaurismaki (1994)



Yine çok tatlı siyah beyaz bir Aki Kaurismaki filmi. Yönetmenin neredeyse izlemediğim filmi kalmadı o yüzden bir sevmek yazısı yolda :). Bu filmde Kaurismaki'nin filmlerinde çok kez gördüğümüz benim de çok sevdiğim oyuncular; Matti Pellonpaa ve Kati Outinen var. Onları "Cennetteki Gölgeler" filminde de beraber görmek mümkün ki bence harika bir çift uyumu var aralarında. Ayrı ayrı da ben çok beğenirim. Bu film kısaca bir yol filmi. Kahve ve içki düşkünü iki adam ile başlayan yolculuğun sonunda biri eve yalnız dönecektir.

My Best Friend's Wedding - P. J. Hogan (1997)



Bu filmi bana öneren arkadaşlar, mutlu musunuz? Çok ağladım ya, ihtiyacım vardı herhalde ama Julia Roberts'a çok üzüldüm ya. Makine daha farklı mutlu son istiyor gençler :). Komik, romantik öyle bir filmdi, hoşuma gitti :). Cameron Diaz'ı da hiç sevmem sonunu da o yüzden pek sevmedim. Yine de çerezlik dediğimiz filmlerden. Adından anlaşıldığı üzere en yakın arkadaşının düğününe gitmesi ve ona aşık olduğunu anlamasıyla gelinle savaşa giren sakar bir Roberts görüyoruz :).

Acı Aşk - A. Taner Elhan (2009)



İlk başta sinir olarak izlediğim sonra Halit Ergenç'in oynadığı Orhan karakterinin Songül Öden (Şule/Ayşe) ile bir restoran sahnesi vardı ki kahkahayı bir kopardım sonrası absürt komedi oldu :). Ergenç'i en sempatik bulduğum işi bu herhalde. Dizilerinde denk geldiğimde pek hoşlaşmadığımdan bu filmde hoşuma gitti, yine de karakter kaynaklı bolca da sinir oldum :). Onur Ünlü'nün senaryosunu yazıp ama yönetmediği bir film. Ünlü'nün işi olduğu absürt komedisinden zaten belli ki ben filmde konusundan dolayı sinir olsam da mizahından dolayı sevdim :). Televizyonda denk gelip izledim, planım yoktu baya sansürlü kesmeli biçmeli oldu tabi film ama yine de izlenilebilir güzel bir film :).

Le Mepris - Jean Luc Godard (1963)

Vayyy be, ne filmdi. İzleyeli kaç gün oldu hala ne güzel film diye düşünüyorum. Çok güzeldi, hiç anlatmak da gelmiyor içimden konusunu, çok güzel filmdi işte. İzleyin, şiddetle önerilir.
Devamını Oku »

7 Kasım 2017 Salı

Atıştırmalık #30 (İki Film ve Sonunda Bir Kitap)

Pretty Woman - Garry Marshall (1990)




Ben bu filmi küçükken gördüm de bana uygun görmemiş olacaklar ki tam izlememişim. Bu aralar nedense Julia Roberts izleyesim geldi açtım izledim. Ohh iyi geldi, çok sevdim. Pretty Woman walking down the street pretty woman the kind I like to meet pretty womannnnn... Sizin Roberts filmlerinden komedi barındıran varsa lütfen yazın bu aralar bu moddayım sanırım :). Battaniye altında soğuk kış günlerinde christmas havası gibi :). Meg Ryan'ı da severim, onun filmleri de öyledir tarçınlı salep gibi, izlemediğim varsa onun da filmlerinden önerin, izleyeceğim :). Bu arada Julia Roberts ne güzel kadın bee, izlerken hep bunu düşündüm. Richard Gere'e özel bir hayranlığım yok ama olabilirdi de :). Bir de son sahnedeki Robrts'ın ceket-tişört-jean üçlüsüne bayılıyorum <3.

Open Your Eyes - Alejandro Amenabar (1997)



Zamanında tımcrızlı Vanilla Sky'ı izlemiştim ama pek az şey hatırlıyorum. Orijinaline denk gelince bir izleyeyim dedim zira orijinalinin daha güzel olduğunu duymuşluğum vardı. Penelope Cruz İspanyol ve Amerikan versiyonunda oynayan şanslı kızımız. Elim bir kaza sonucu yüzünde deformasyon oluşan Cesar, artık yaşamaktan keyif alamamaktadır. Ta ki bir mucizeye kadar. Psikolojik gerilim, bilim kurgu, dram türünde ve söyleyecek şeyi olan filmlerden biri. Ben çok beğendim; müziği, kurgusu, hikayesi güzeldi.

Dipnot: Soundtrack'i o kadar beğendim ki spotify'da olan şarkılardan liste yaptım. Filmin adıyla arama yaparsanız bulursunuz :). Bazı güzel şarkılar maalesef Spotify yoktu :/.

Suskunlar - İhsan Oktay Anar



Ahh ahh sonunda buraya kitap yazdığım için o kadar mutluyum ki anlatamam. Sahalara geri döndüm diyerek iddialı bir giriş yapmak istemem çünkü bu okuyamama illeti bir geldi mi kalıveriyorsun :). Kitabı sevdim ama nedense bir okuyamama hali geldi ve elime alamadım kaç aydır ama neyse ki sonlarda birazcık atlayarak bitirdim kitabı :). Bence Puslu Kıtalar Atlası daha güzeldi ama Anar'ı severler bu kitabı da sevecektir :). Şimdi gelsin mi yeni kitaplar :).
Devamını Oku »

30 Ekim 2017 Pazartesi

Üç Aromalı Cornetto Üçlemesi - Edgar Wright (Seri Filmler #6)

Edgar Wright'ın adını yazın adından sıkça söz ettiren Baby Driver'dan duymuş olabilirsiniz lakin benim gibi daimi izleyicileri onu muhteşem parodi, fantastik komedi filmleriyle zaten tanıyordu. Kendisi pek neşeli, komik ve eğlenceli filmler yapmasıyla meşhurdur. Benim de yönetmenle tanışmam Shaun of the Dead'i televizyonda izlemem veya Hot Fuzz'ı sinemada izlememle başlamıştır (inanın hangisi önceydi hatırlamıyorum). Ne tesadüftür ki ikisi de bu üç çeşit cornetto üçlemesinin ilk iki filmi. Geçenlerde serinin son halkasını izleyince bu yazıyı yazmak şart oldu. Keyifli vakit geçirmek ve absürdlüğü kendisine görev edinmişlerin kaçırmaması gereken külahta dondurma tadındaki bu birbirinden bağımsız üç filme gelin göz atalım.

Shaun of The Dead (2004)



Zombi filmlerini sevmeyenlerin bile sempati duyacağı komedi zombi filmi :). Absürdlük yine iş başında :). Bol aksiyon, güzel müzik, komedi ve parodi bir arada :). Seriye güzel bir başlangıç :). Shaun liseden arkadaşlarıyla (ki onlardan biri yakın arkadaş rolünü üç filmde de kimseye kaptırmayan Nick Frost yaşayan kız arkadaşından ayrılmak üzere olan evden işe işten bara bardan eve giden bir adamdır. Ta ki zombi istilasına kadar. Aniden gelişen bu olay Shaun'un içindeki liderlik duygularını kabartacak ve arkadaşlarını, ailesini ve sevdiği kızı kurtarmak için zombilerle savaşacaktır :). Bu uğurda çokça kayıp verse de çok şey öğrenecektir :).

Hot Fuzz (2007)



Yine Simon Pegg ve Nick Frost ikilisinden müthiş bir polisiye parodisi :). Fazla başarılı olduğu için Londra'nın hareketli sokaklarından İngiltere'nin "sakin" bir köyüne atanan Çavuş Nicholas Angel'ın ayağını sürüdüğünden midir bilinmez burada da hareket ve aksiyon peşini bırakmaz. Kaza süsü verilen cinayetleri çözmeye çalışırken bir taşla iki kuş vurup ortağının da filmlerde gördüğü polislik hayali gerçek olur :). Bol komediye  ve aksiyona hazır olun.

The World's End (2013)



Gary King memleketindeki altın yolunu (bar yolu da diyebiliriz) dört çılgın arkadaşıyla asla bitiremediğini fark etmesiyle grubu tekrar toplar ve her barda bir bira serüvenini liseden kalma bir hayal uğruna "dünyanın sonu"'na kadar götürmek ister ki bu barın ismidir. Yalnız memleketlerine döndüklerinde birkaç şey değişmiştir, kasaba insanlarının robot olmayan robot yani boş olanlarla yerlerinin değiştirilmesiyle :). 90'lar İngiliz grupları ile şenlenen soundtrack ve Simon Pegg başta olmak üzere Cornetto üçlemesinin vazgeçilmez partneri  Nick Frost ile dünyaca ünlenmiş İngiliz oyuncularının müthiş performanslarıyla eğlenceli bir filme hazırlıklı olun. Absürdlük, bilim kurgu, aksiyon hepsi bu filmde :). İlk filmi andıran sonuyla da yüzümüzde gülümseme moral motivasyonumuz tavan olarak seriyi sonlandırıyoruz :).

Üç filmde de Pegg filmlerin yönetmeni Edgar Wright ile senaristiliği paylaşırken, üç filmin de başrolü olarak başarılı performans sergiliyor. Ve bu baş karakterimizin istisnasız can dostu Nick Frost oluyor. Aksiyon, parodi, komedi dışında tabi ki Cornetto bu filmlerin ortak noktalarından. Bir de çit atlama sahneleri :). Her filmin kendine has harika soundtracke sahip olması ayrı güzelken, üç filmde de Martin Freeman'ı görmek mümkün. İki filmde olup bazılarında olmayan oyuncular da var. Şurası garanti ki küçük büyük tüm roldeki oyuncular harika iş çıkartıyorlar. Bol komedi ve absürdlüğün olduğu bu seriyi güzel vakit geçirmek isteyen herkese öneririm.

Şunu da belirtmeliyim ki ben bu yazıyı hazırlarken şöyle bir haber okudum. Shaun of The Dead'deki karakterlerle başlangıcı aynı ama bu sefer zombi yerine vampirli bir hikaye yazıyorlarmış Pegg - Wright ikilisi. Ee bize de bu habere sevinip filmin hemen çekilmesini beklemek kalıyor çünkü bu ikili bir harika :). Bu bilgiyi de paylaştıktan sonra yazıyı bitirir size keyifli seyirler dilerim :).
Devamını Oku »

28 Ekim 2017 Cumartesi

Sevgili Güllük #52 (İç Dökmeler, Bahar Kritiği)


Anketimiz baya oldu sonuçlanalı ama kadim dostum üşengeçlik beni bırakmadığından yazamadım. Kazanan 17 oydan 6'sını alan "hepsi" ne öneriyorsan öner başımızı ağrıtma çıktı :). Yok yok eminim hepiniz bizden fark etmez öner dediniz ve bu seçeneği işaretlediniz, en azından öyle düşünmek istiyor teşekkür ediyorum :). Yalnız 5 kişi de İzlenilesi seçeneğini işaretledi ki bu da demek oluyor ki filmseverler bu ankette çoğunlukta. Katılan herkese teşekkür eder yeni anketlerde görüşmek üzere deyip bunu kapatırım :).


Yavaş yavaş kasım ayına girerken kışı güzel bir müzik listesiyle selamlayalım istedim ve Son Zamanlarda Çıkan Dinlenilesi (Sevilesi) Albümleri listeledim. Biz hala gündüz kısa kollularla gezdiğimizden bir anda kışa geçeceğiz herhalde. Gerçi geceleri soğuk oluyor ben şimdiden yorganla yatıyorum da karıştırmayalım oraları :). Blogda da kış esintileri, Christmas esintileri olacak zira yeni yıl, Christmas dekorasyonuna bayılıyorum. Bu da ipucu olsun. Başka planlarım da var da kesinleşmeden bahsetmek istemiyorum, o olursa direkt sürpriz olsun :).


Hiç bu kadar uzun süre kitap okumadığım olmamıştı herhalde bayadır. Arada okuyorum tek tük ama elimdeki kitabı sevmeme rağmen bitiremiyorum. Neden böyle oldu anlamadım. Yeni kitaba başlamak istemiyorum çünkü biliyorum ki başlarsam bu kitaba dönemem. O yüzden ne bunu okuyor ne yeni kitaba geçiyorum arada kaldım :/. Bir bitirsem devamı gelecek biliyorum ama o atak gelemedi. Önerilerinizi desteklerinizi beklerim zira Yarıyıl Reading Challenge'ımı bitirmek istiyorum bu sefer :/.  Bu arada siz de challenge durumları nasıl, bitiren var mıdır? Az bir süre kaldı yılın bitmesine, kimler ne durumda yazarsa sevinirim. Hatta bitiren ya da bitirmek üzere olanlar mutlaka yazsın da bana cesaret gelsin :).

Yine bir iç dökmeler, bir şeyler. Siz de durumlar nasıl? Yorumlarınızı bekliyorum :).



Dipnot: Fotoğrafların hepsi tumblr'dan alıntıdır, resimlerin üzerine tıklayarak kaynağına ulaşabilirsiniz. 
Devamını Oku »

14 Ekim 2017 Cumartesi

Atıştırmalık #29 (Wind River Ve Bolca Aki Kaurismaki)

Wind River - Taylor Sheridan (2017)



Şu listemde merak ettiklerimin arasındaydı, beklentimin altında bir polisiye çıktı. Gizem yok, gerilim yok daha doğrusu cezbedici pek bir şey yok. Öyle dümdüz bir hikaye anlatımı. Oyunculuk ortalama ki ben hep Jeremy Renner'ın oyunculuğu abartı bulurum burada o kadar göze batmasa da yine de eh işteydi. Mesaj kaygılı diyaloglar, kötü çekimler vesaire derken pek de beğenmedim, ortalama diyebiliriz, belki bir tık altı.

I Hired A Contract Killer - Aki Kaurismaki (1990)



Evet evet yine Kaurismaki :). Çok sevdim. Komedisi, dramı her şeyi yerli yerinde. Başrolde canımız Jean-Pierre Léaud nefis bir iş çıkarmış. Ben çok beğendim, fazla yorum yapmak istemiyorum. Sadece kısaca şöyle söyleyeyim; bu hayattan vazgeçen ama kendini öldüremeyen işten çıkarılmış bir adamın trajikomik ölememe durumu :).

La Vie De Boheme - Aki Kaurismaki (1992)




And içtim tüm filmlerini izleyeceğim :). Yok yok sadece bir başladım bağımlılık gibi bırakamadım :). Bu filmi de çok sevdim. Sanat, bohem yaşam, karakterler, siyah beyaz bir film derken çok güzel bir iş çıkmış ortaya. Bir ressam, müzisyen ve yazarın bohem yaşamı. Aslında bu yaşamın sadece göründüğü kadar havalı olmadığını, zorluklarını göstermesi filmi daha da inandırıcı ve yer yer daha komik yapıyor. Yönetmenin Fransa'da geçen filmlerinden biri. Sadece melodramatik sonunu beğenmedim. Onun dışında çok tatlı çok güzel bir film. Kaçırmayın.

Le Havre - Aki Kaurismaki (2011)




Mülteciler konusunu son iki filminde işleyen Kaurismaki'nin bir üstteki filmindeki Marcel Marx karakterinin başrolde olduğu bu filmde, yine üstteki filmden aynı oyuncuları farklı karakterlerde görebiliriz. Yer yine Fransa adından da anlaşılacağı üzere. Bu filmde birçok mantık hatası var. O kadar filmini izledim ama bu filmdeki kadar hata gördüğümü hatırlamıyorum. Yine de filme kötü diyemem. Müzik kullanımı, mizah, renk seçimi, oyunculuklar güzel ki zaten çoğu Kaurismaki filmlerinden görmeye alışık olduğumuz isimler. Ülkeye kaçak olarak gelen ve Londra'ya annesinin yanına gitmek isteyen bir gencin dramı bu film. Dram dediysem de renkler ve mizahı göz ardı etmeyelim :).

Tabi Kaurismakiler bu kadarla sınırlı değil, birkaç tane daha izledim ama şimdilik bu kadar :). Hala kitap okuyamıyorum, ne olacak benim bu halim bilmiyorum ama yeni seri filmler ve Kaurismaki yazısı yolda :). Yetheer dediğinizi duyar gibiyim ama yetmez :). O Kaurismaki izlenecek :). Mutlu sabahlara uyanmanız dileğiyle <3.
Devamını Oku »

13 Ekim 2017 Cuma

Finlandiya Üçlemesi - Aki Kaurismaki (Seri Filmler #5)

Aki Kaurismaki'nin bir diğer üçlemesi de benden kaçmadı ve Drifting Clouds ile başlayıp The Man Without a Past ile devam eden ve Lights in Dusk ile nokta konulan Finlandiya Üçlemesi de yine birbirinden bağımsız hikayelerin olduğu, bazı oyuncuların farklı karakterlerle diğer filmlerde karşımıza çıktığı bu seride yine proletarya (ve sigara) başrolde.

Drifting Clouds (1996)




İşlerinden yakın zamanda çıkarılan orta yaşlarındaki çiftimizin iş bulma döneminde geçirdiği sıkıntılı dönemi anlatıyor. Banka, polis ile münasebet, iş bulma kurumu, şiddet, köpek, müzik, sigara ve sigara. Bu ögeler ya da temalar ne derseniz deyin Kaurismaki'nin hemen hemen her filminde kendine yer bulur. Bu filmde de yer yer mizahi bir dille bu süreç bize aktarılır.

The Man Without A Past (2002)




Yukarı da saydığım temaların görüldüğü bu filmde, geçmişini hatırlamayan bir adamın dramı anlatılır. Karakterimiz neden tanıdık gelmeyen bir şehirde kendini bulduğunu, geçmişini veya adını hatırlamamaktadır. Kaydı bulunamayıp öldü sanılan bu isimsiz karakterimiz öldü sanılırken dirilir ve sadece geçmişini hatırlamaz, geçmişini siler ve bu talihsizlik onun talihi olur. Hayata yeniden başlar; yani ölümü onun yeniden doğmasını sağlar.


Lights in the Dusk (2006)




Diğer üçlemedeki gibi umut ve olumlu sonuçlar son filmlerde görülmez ve serinin son filminde diğer iki filmden farklı sonlar yaşanır sanki ilk ikideki güzel sonucun acısını çıkararırcasına. Karşılıksız aşk bu filmde Kibritçi Kız'daki gibi karakterimizin umutlarının sonu olur. Güvenlik görevlisi olarak çalışan Koistinen, toplumda göze çarpmayan ama umutları hayalleri olan biridir. Bu hayalleri beklenmedik bir kadının hayatına girmesiyle ummadığı anda yıkılır. Aşk bu film de kurtarıcı değil yıkıcıdır. Filmde Kaurismaki öyle fırsatlar yaratır ki işte şimdi belki derken içinizdeki Yeşilçam sevdalısı, her seferinde bile bile kaçınılmaz sona yaklaşılır.

Kaurismaki'nin yine işçi sınıfından karakterleri başrole koyduğu bu seri de yönetmen bize sıkılmadan izleyeceğimiz güzel hikayeler sunuyor. Sadelik, kara mizah, müzik kullanımı ve sigaralar yine değişmeyen temalardan sadece bazıları. Aki Kaurismaki izleyin, izlettirin. Bol sinemalı günler :).
Devamını Oku »

12 Ekim 2017 Perşembe

Proletarya Üçlemesi - Aki Kaurismaki (Seri Filmler #4)



Cennetteki Gölgeler (1986)




Çöpçü olarak çalışan Nikander'in aşkı tatmasıyla değişen rutin hayatı. Bir gün bir kız ona yardım eder ve hayatı farklı bir yöne gider. İşçi sınıfının toplumdaki yerini bize çeşitli şekillerde gösteren bu film, başarılı hikayesi ve güzel oyunculuklarla göz doldurur.


Ariel (1988)




Ariel'de maden işçisi Taisto'nun babasının beklenmedik ölümü ile yollara düşmesinin ardından başına gelen 'ilginç' olayları izleriz. Yer yer kara mizaha başvurulan filmde sadelik ve basitlik yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi ön planda. Müzikler yerinde, oyunculuklar güzel.

Kibritçi Kız (1990)




Diğer iki film birbirine daha çok benzerken üçlemenin son filminde kibrit fabrikasında çalışan Iris'in aşkı tatması ile geçirdiği değişim Kati Outinen'in enfes oyunculuğuyla diğer filmlerden biraz daha farklı sonlanır.

Her filmde bazı küçük detaylar vardır birbirlerine bağlanan. Her filmde şişe vardır zamanı anlatan mesela ya da eğlenmek için gece dışarı çıkıp bir türlü eğlenemeyen işçiler. Her filmde karakterler suça bir şekilde karışır ve hapishaneye yolu düşer. Son filmde hapishane ile ilişki olsa da öyle bir sahne yoktur çünkü burada hapishane şekil değiştirir. Iris'in içinden çıkamadığı, kaçamadığı gerçek hapishanesi  hayatının tüm kontrolünü elinde tutan ailesinin evidir.

Filmlerde şişeler ve zaman, eğlenmeye çıkan ama eğlenemeyen işçiler, suç işlemek ve polis ile münasebet, hapishane, müzik kullanımı, tabi ki üçlemeye adını veren işçi sınıfından üç başrol ve sigaralar vardır. Her karakter aşkı tadar ve çeşitli şekillerde değişim geçirir. Kara mizah, dram ve sadelik üç filmin yine ortak özelliklerinden.

İlk iki film birbirine daha çok benzerken son filmde işler biraz daha farklıdır ama serinin her filmi ayrı güzeldir. Hala Aki Kaurismaki izlemediyseniz başlamak için ne güzel bir seri :). Mutluluklar :).
Devamını Oku »

4 Ekim 2017 Çarşamba

Sevgili Güllük #51 (Biraz oradan biraz buradan)

İçine içine ağlamak

Küstüm, oynamıyorum diyerek hayata sırtımı dönmek istediğim günlerden merhaba. Gerçekten bazen çok sıkılıyorum ve ileri sarıp eğlenceli kısımlara geçmek istiyorum, tabi varsa. Neyse sevgili güllükçüm bu kadar umutsuzluk yeter, biraz oradan biraz buradan, başlayalım mı?

Tamam tamam sustum
Evet evet Vega albüm çıkardı. Eminim zaten herkes dinledi, uzun uzun yazıp tekrara düşmeye gerek yok. Vega bildiğimiz Vega. Eski dinleyicilerden kötü yorum okumadım. Bence de iyi. Özlemişiz. Yıl bilmem kaç üniversitede bedava konsere gitme şansım olup cebimde sıfıra yakın para Vega yerine mekanın tuğla sütununu izlediğim ses var görüntü yok birkaç anı geliyor aklıma. Bir de Ankara şarkısı ama Ankara bu aralar içimi acıtıyor, acıtanlar utansın. Yine de sesi güzeldir solistin o da aklımda. Sızısı da. Sadece Vega değil birçok isim yeni albüm çıkardı. Hepsi Spotify listemde ama daha dinleyemedim. Sıra sıra, dinlemeye devam.

Neyse zaten hiç halim yok :/
Bu aralar Instagram'dan olanlar aşina; snail mail, postcrossing olaylarına fena halde sardım. Kitap yok ama mektup var. Eskiden kalma bir özlem, merak. Beni meşgul ve mutlu ediyor. Beni bu aralar memnun eden mutlu eden en önemli etkenlerden (aslında çoğul olacak etkenler yok ama hadi öyle olsun) biri. Belki yazı yazarım, yazayım mı nedir ne değildir? İsteyenler parmak kaldırsın!

Yeni anket açtım, katılımın çok olmasını diler, güzel günler dilerim. Mutlulukla kalın, efem <3.

Dipnot: Bana da göndermeyi unutmayın zira kalbim bu aralar çok kırık :/.

Dipnot 2: Fotoğrafların hepsi tumblr'dan kaynaklarına ulaşmak için resimlerin üzerine tıktık.
Devamını Oku »

3 Ekim 2017 Salı

Ali: Fear Eats The Soul (Korku Ruhu Kemirir) - Rainer Werner Fassbinder (1974)


Minimalist yapısına rağmen büyük şeyler anlatan Ali: Korku Ruhu Kemirir; her dakikasını zevkle izleyeceğimiz şiir gibi adıyla bize harika bir seyirlik sunar.

Yaş, dil, din, renk farkı aşka engel olmuyor ama ön yargılar, yaşam koşulları ve alışkanlık engel oluyormuş. İşte bunlar insanın ruhunu yavaş yavaş kemirip yaşamı katlanılmaz ve zor kılanlar. Ali Almanya'ya çalışmaya gelmiş yalnız Faslı bir adam, Emmi ilerleyen yaşına rağmen hala çalışan ama kalabalıklar içinde yalnız bir kadın. Biri dışlanıp ötekileştirmiş diğeri ise dışlanmamış ama yalnızlaştırılmış iki insanın birbirinde aşkı bulmasını izleriz.


Hor gören, küçümseyen, inanamayan gözlere rağmen beraber olmaya birbirini sevmeye çalışan iki insanın bu hikayesinde film; dekoru, müzikleri ve sinematografisiyle bizlere müthiş bir seyirlik sunar. 1974 yapımı bu filmde oyuncular harika bir iş çıkarırken, minimalist yapısıyla da kalbimizi kazanır.

Filmdeki tek kusur değişimin zamanla değil bir anda olması. Bu küçük ayrıntı dışında baştan sona gözleriniz dola dola izleyeceğiniz Rainer Werner Fassbinder yönetimindeki bu film sinemaseverlerin kaçırmaması gereken duyulara şenlik harika bir film. Korkunun ne bedeninizi ne ruhunuzu kemirmemesi dileğiyle, aşkla kalın <3.

Devamını Oku »

1 Ekim 2017 Pazar

Atıştırmalık #28 (Osmanlı Subayı, The Hot Flushes Bir De Filler ve Çimen)

Bir aydan fazladır okuyamıyorum. Elime kitap asla alamıyorum. Film desen ara ara. Uyumadan önce arada bir iki doz Stranger Than Paradise aldığım da doğrudur. Uzun bir durgunluk döneminden sonra öyle bir hızlılık oldu ki ben bile yetişemiyor sadece kendimi bu akışa bırakıyor başka da bir şey yapamıyorum. Bunların ortası yok mu, bir de ışınlanma icat edilsin (Ne alaka nereden geldik o konuya demeyin yani bana hala gerçekleşmemesi saçma geliyor :/). O kadar şeyi bir anda üst üste yaşadım ve yaşıyorum ki kafam darmaduman oldu. O kafa karışıklığından kalan kırık ve kırıntıların bir kısmı. Umarım sonbaharın üstüne bir de bu yazıyla sizi hüzünlendirmemişimdir ya da boş ver ya üstüne iyi gider :). Kahveler hazır mı?? :).


Osmanlı Subayı - Joseph Ruben (2017)




Bu filmi izlemeyi tercih etmedim, ilgimi çekmiyordu, kısmen izlemek zorunda kaldım. Reklamını çok görmüştüm Haluk Bilginer oynuyor diye, Selçuk Yöntem de var bir iki dakikalık. Çok kötüydü, sıkıcıydı. Daha fazla yorum yapıp zamanınızı almak istemem ben beğenmedim.

The Hot Flushes - Susan Seidelman (2013)




Meme kanserine dikkat çekmek ve bağış toplamak için Brooke Shields liderliğinde lisedeki basketbol takımı uzun yıllar sonra toplanır ve şimdiki lise basketbol takımıyla maçlar düzenlerler. Bu arada yeni eski nesil çatışması, evlilik sorunları, ilerleyen yaş, geçmiş hesaplaşmalar derken birçok tema işlenir. Diğer filmle aynı nedenlerle izlediğim sıkıcı bir filmdi. Her ne kadar farkındalık yaratmak istediği konu çok önemli olsa da film oldukça zayıf.

Filler ve Çimen - Derviş Zaim (2000)




Festivalde ilk ve tek izlediğim film olarak tarihe geçen Derviş Zaim filmi "Filler ve Çimen"'in adı ne güzel değil mi? Ben her zaman bu adı sevmişimdir ama festivale kadar izleme listemde olmasına rağmen bir türlü izleyememiştim. İyi ki gidip izlemişim her ne kadar önden üçüncü sıradan boyun fıtığı başlangıcı hareketlerle izlesem de güzel filmdi.

Filmin oyuncu kadrosunu saysam zaten belli bir kesimi filmi izlemeye ikna ederim gibi çünkü resmen ustalar geçidi. Oyuncularına daha önce bakmadım ama yan rollerin bile usta oyunculardan oluşması beklentiyi hayli yükseltiyor. Ali Sürmeli, Haluk Bilginer, Taner Birsel, Uğur Polat, Bülent Kayabaş, Sanem Çelik, Mesut Akusta, Ezel Akay, Semir Aslanyürek, Teoman. Nasıl haklıymışım değil mi :).

Film şu söz ile başlar; filler tepişir çimenler ezilir. İşte filmin teması, mesajı, adı her şeyi bu sözdür. Hikaye ve anlatım biraz karışık, biraz kafa yormanız gerekecek. Birçok hikaye iç içe ve birbirine bağlı. Derin devlet konusunun işlendiği bu filmde birçok şey anlatılmak istenirken ortalık biraz karışmış ve anlatımda sıkıntılar olmuş. Bazı hikayelere daha çok yer verilebilirdi ama bu bile filmin bir mesajı olabilir, bilinmez. Bu sıkıntılar dışında film adının ve açılış alıntısının hakkını veren bir film. Oyunculuklar çok güzeldi ve müzikleriyle de yüreğimizi dağladığını söyleyebilirim. Filmi izlerken bana birçok yerde Uğur Yücel'in "Yazı Tura" filmini anımsattı. Özellikle şu fotoğraf mevzusu. Tabi bir tek o değil birçok nokta, iki filmi de izleyen varsa yorumlarını beklerim :). Genel olarak güzel filmdi. İyi ki gidip izlemişim. Böyle bir ortamda izlemek de anısı oldu, uzun zaman sonra festivale ucundan kıyısından katılmak da iyi geldi.


Bir de unutmadan, Mabel Matiz'in çok sevdiğim film ile aynı adı taşıyan şarkısı (soundtrack değil) film boyunca hep aklımda film müziği gibi çalıyordu :). Bu da bu yazının damakta kalan tadı olsun, mutlu zamanlar :).

"Hatırlayarak yaşamak boynumuzun borcu ama ölürdün unutmasan."

Devamını Oku »

30 Eylül 2017 Cumartesi

Adana Sinema Müzesi ve Adana Film Festivali

Merhabalar :). Uzun zamandır yayın yapamıyordum, bu yayın eksikliğini şöyle gidilesi etkinlikler ile kapatayım dedim :). Adana'ya gittiğimde Sinema Müzesi'ne hep gitmek istiyordum uzun zaman sonra yanlış hatırlamıyorsam beş sene sonra gittiğim Adana'da ilk durağım bu müze oldu ama nasıl :). Benim gibi şanssız ve bahtsız bir insanın yerini bilmediği bir yeri bulma şansı sizin oturduğunuz yerden Bağdat'ı bulma şansınızdan kat be kat düşük o yüzden iki vasıta ve bolca yürüyüş sonunda müzeye vardım. Adres soranlar için tek basit bir cevap var; adliyenin orası :). Adliye'ye gidip oradan birine sormanız Adana Sinema Müzesi'ni bulmanız için yeterli arkadaşlar aklınızda bulunsun. Ne yandex ne google haritalar, ihtiyacınız olan tek adres adliyenin orası o yüzden hiç diğer maceralara atılmayın :). Ha adliyenin ya da müzenin yeri değişir bilemem ama şimdilik adres budur :).



Gelelim müzeye bu kadar yürüdükten sonra ne bulduğuma. Bir kere en büyük keşfim canım canım Şener Şen Adanalıymış :). Onu öğrendim. Yine kendisi gibi oyuncu olan babası Ali Şen de Adana doğumlu lakin Şener Şen'in filmlerine ait bir oda dolusu poster bu müzede sizi karşılayacak. İki katlı odaları çeşitli temalarla donatılmış bu müzede, Şener Şen 'in odasının bir tek balmumu heykeli eksik :(. Neden eksik çünkü Yılmaz Güney, Abidin Dino, Orhan Kemal gibi isimlerin heykelleri varken Şener Şen ve Yaşar Kemal de bu heykellerden en önemli eksiklerdir diye düşünüyorum.





 



Evet, madem Yılmaz Güney dedik kendisi müze de adı en çok geçen isim olabilir. Heykeli, mektupları, film afişleriyle odasına sığmayıp koridorlara taşan bilgi belgeleri sergilenen bu önemli yönetmen ve oyuncunun Cannes Film Festivali'nden ödülle dönmesi ve Türk Sineması'na olan etkisinden dolayıdır diye düşünüyorum. Abidin Dino ve Orhan Kemal aşağıdaki gibi karşılıklı sonsuza kadar oturacaklar, karşı duvarlarında Adanalı ünlü oyuncuların fotoğraflarının sürekli neden kalabalıklaştığını merak ederek (en azından ben öyle varsayıyorum :))

 


Bu odaların birinde fotoğraf makinesi arşivi de sergileniyor. Fotoğraf sanatı düşkünlerinin özellikle ilgisini çekecek bu oda ile de güzel bir nostalji yaşıyoruz.



O kadar yol gitmeme değdi mi, bir sinema sever olarak tabi ki değdi. İyi ki gitmişim, çok güzel zaman geçirdim. Sizin de yolunuz düşerse uğramadan geçmeyin ki adresi (adliyenin orası) zaten biliyorsunuz :).



Adana'ya gittiğim zamanın Film Festivali ile çakışması tabi ki benim için bir şanstı ta ki Salı günü için üç filmlik bir liste yapıp acilen eve dönem gerekmeseydi :/. O üç filmlik liste de üst üste Haneke'nin Happy End'i, Wind River ve The Shape of Water vardı. Hepsi de tabi ki merak ettiğim filmlerdi ve hepsinin aynı salonda sıra sıra olması gibi harika bir denk gelişi vardı ta ki benim salı sabahı apar topar memleketime gitmem gerekene kadar. Velhasıl Filmekimi'ne gidemeyip Adana Film Festivali'ne sevinecekken yine şansım beni şaşırtmadı ve onun da kıyısından dönüp festivale sadece ve sadece bir film ile kapatarak kaçırılmış festivaller listeme bir yenisini daha ekledim. O filmi de festivalin ilk günü izledim, çok sevdiğim "Tabutta Rövaşata" filminin yönetmeni Derviş Zaim'in "Filler ve Çimen" filmiyle festivali başladığım gibi bitirdim :). Yorumunu atıştırmalıkta yazmak istiyorum, merak edenler beklemede kalsın :).



Festival ücretsiz ki bu durum avantaj gibi gözükse de dezavantaj olabilecek bir durum. Yine de eski yeni güzel filmlerin olduğu güzel bir festival umarım zamanı olanlar bu festivali kaçırmamıştır çünkü pazar günü son. Birçok film dışı etkinlikte oldu ama açıkçası onlar nasıl geçti pek bir fikrim yok Katılan duyan varsa yorumlarını bizle paylaşırsa sevinirim :). Tarihimin en kısa, jet festivalini tek film ile kapatmaktan gururlu ve mutlu olmasam da umudumu kaybetmiyor bu sefer de Viyana Uluslararası Film Festivali'ne oynuyorum çünkü neden olmasın?? :).


Dipnot: Fotoğrafların hepsi bana aittir, izinsiz kullanmayınız.
Devamını Oku »