3 Ekim 2017 Salı

Ali: Fear Eats The Soul (Korku Ruhu Kemirir) - Rainer Werner Fassbinder (1974)


Minimalist yapısına rağmen büyük şeyler anlatan Ali: Korku Ruhu Kemirir; her dakikasını zevkle izleyeceğimiz şiir gibi adıyla bize harika bir seyirlik sunar.

Yaş, dil, din, renk farkı aşka engel olmuyor ama ön yargılar, yaşam koşulları ve alışkanlık engel oluyormuş. İşte bunlar insanın ruhunu yavaş yavaş kemirip yaşamı katlanılmaz ve zor kılanlar. Ali Almanya'ya çalışmaya gelmiş yalnız Faslı bir adam, Emmi ilerleyen yaşına rağmen hala çalışan ama kalabalıklar içinde yalnız bir kadın. Biri dışlanıp ötekileştirmiş diğeri ise dışlanmamış ama yalnızlaştırılmış iki insanın birbirinde aşkı bulmasını izleriz.


Hor gören, küçümseyen, inanamayan gözlere rağmen beraber olmaya birbirini sevmeye çalışan iki insanın bu hikayesinde film; dekoru, müzikleri ve sinematografisiyle bizlere müthiş bir seyirlik sunar. 1974 yapımı bu filmde oyuncular harika bir iş çıkarırken, minimalist yapısıyla da kalbimizi kazanır.

Filmdeki tek kusur değişimin zamanla değil bir anda olması. Bu küçük ayrıntı dışında baştan sona gözleriniz dola dola izleyeceğiniz Rainer Werner Fassbinder yönetimindeki bu film sinemaseverlerin kaçırmaması gereken duyulara şenlik harika bir film. Korkunun ne bedeninizi ne ruhunuzu kemirmemesi dileğiyle, aşkla kalın <3.

Devamını Oku »

1 Ekim 2017 Pazar

Atıştırmalık #28 (Osmanlı Subayı, The Hot Flushes Bir De Filler ve Çimen)

Bir aydan fazladır okuyamıyorum. Elime kitap asla alamıyorum. Film desen ara ara. Uyumadan önce arada bir iki doz Stranger Than Paradise aldığım da doğrudur. Uzun bir durgunluk döneminden sonra öyle bir hızlılık oldu ki ben bile yetişemiyor sadece kendimi bu akışa bırakıyor başka da bir şey yapamıyorum. Bunların ortası yok mu, bir de ışınlanma icat edilsin (Ne alaka nereden geldik o konuya demeyin yani bana hala gerçekleşmemesi saçma geliyor :/). O kadar şeyi bir anda üst üste yaşadım ve yaşıyorum ki kafam darmaduman oldu. O kafa karışıklığından kalan kırık ve kırıntıların bir kısmı. Umarım sonbaharın üstüne bir de bu yazıyla sizi hüzünlendirmemişimdir ya da boş ver ya üstüne iyi gider :). Kahveler hazır mı?? :).


Osmanlı Subayı - Joseph Ruben (2017)




Bu filmi izlemeyi tercih etmedim, ilgimi çekmiyordu, kısmen izlemek zorunda kaldım. Reklamını çok görmüştüm Haluk Bilginer oynuyor diye, Selçuk Yöntem de var bir iki dakikalık. Çok kötüydü, sıkıcıydı. Daha fazla yorum yapıp zamanınızı almak istemem ben beğenmedim.

The Hot Flushes - Susan Seidelman (2013)




Meme kanserine dikkat çekmek ve bağış toplamak için Brooke Shields liderliğinde lisedeki basketbol takımı uzun yıllar sonra toplanır ve şimdiki lise basketbol takımıyla maçlar düzenlerler. Bu arada yeni eski nesil çatışması, evlilik sorunları, ilerleyen yaş, geçmiş hesaplaşmalar derken birçok tema işlenir. Diğer filmle aynı nedenlerle izlediğim sıkıcı bir filmdi. Her ne kadar farkındalık yaratmak istediği konu çok önemli olsa da film oldukça zayıf.

Filler ve Çimen - Derviş Zaim (2000)




Festivalde ilk ve tek izlediğim film olarak tarihe geçen Derviş Zaim filmi "Filler ve Çimen"'in adı ne güzel değil mi? Ben her zaman bu adı sevmişimdir ama festivale kadar izleme listemde olmasına rağmen bir türlü izleyememiştim. İyi ki gidip izlemişim her ne kadar önden üçüncü sıradan boyun fıtığı başlangıcı hareketlerle izlesem de güzel filmdi.

Filmin oyuncu kadrosunu saysam zaten belli bir kesimi filmi izlemeye ikna ederim gibi çünkü resmen ustalar geçidi. Oyuncularına daha önce bakmadım ama yan rollerin bile usta oyunculardan oluşması beklentiyi hayli yükseltiyor. Ali Sürmeli, Haluk Bilginer, Taner Birsel, Uğur Polat, Bülent Kayabaş, Sanem Çelik, Mesut Akusta, Ezel Akay, Semir Aslanyürek, Teoman. Nasıl haklıymışım değil mi :).

Film şu söz ile başlar; filler tepişir çimenler ezilir. İşte filmin teması, mesajı, adı her şeyi bu sözdür. Hikaye ve anlatım biraz karışık, biraz kafa yormanız gerekecek. Birçok hikaye iç içe ve birbirine bağlı. Derin devlet konusunun işlendiği bu filmde birçok şey anlatılmak istenirken ortalık biraz karışmış ve anlatımda sıkıntılar olmuş. Bazı hikayelere daha çok yer verilebilirdi ama bu bile filmin bir mesajı olabilir, bilinmez. Bu sıkıntılar dışında film adının ve açılış alıntısının hakkını veren bir film. Oyunculuklar çok güzeldi ve müzikleriyle de yüreğimizi dağladığını söyleyebilirim. Filmi izlerken bana birçok yerde Uğur Yücel'in "Yazı Tura" filmini anımsattı. Özellikle şu fotoğraf mevzusu. Tabi bir tek o değil birçok nokta, iki filmi de izleyen varsa yorumlarını beklerim :). Genel olarak güzel filmdi. İyi ki gidip izlemişim. Böyle bir ortamda izlemek de anısı oldu, uzun zaman sonra festivale ucundan kıyısından katılmak da iyi geldi.


Bir de unutmadan, Mabel Matiz'in çok sevdiğim film ile aynı adı taşıyan şarkısı (soundtrack değil) film boyunca hep aklımda film müziği gibi çalıyordu :). Bu da bu yazının damakta kalan tadı olsun, mutlu zamanlar :).

"Hatırlayarak yaşamak boynumuzun borcu ama ölürdün unutmasan."

Devamını Oku »

30 Eylül 2017 Cumartesi

Adana Sinema Müzesi ve Adana Film Festivali

Merhabalar :). Uzun zamandır yayın yapamıyordum, bu yayın eksikliğini şöyle gidilesi etkinlikler ile kapatayım dedim :). Adana'ya gittiğimde Sinema Müzesi'ne hep gitmek istiyordum uzun zaman sonra yanlış hatırlamıyorsam beş sene sonra gittiğim Adana'da ilk durağım bu müze oldu ama nasıl :). Benim gibi şanssız ve bahtsız bir insanın yerini bilmediği bir yeri bulma şansı sizin oturduğunuz yerden Bağdat'ı bulma şansınızdan kat be kat düşük o yüzden iki vasıta ve bolca yürüyüş sonunda müzeye vardım. Adres soranlar için tek basit bir cevap var; adliyenin orası :). Adliye'ye gidip oradan birine sormanız Adana Sinema Müzesi'ni bulmanız için yeterli arkadaşlar aklınızda bulunsun. Ne yandex ne google haritalar, ihtiyacınız olan tek adres adliyenin orası o yüzden hiç diğer maceralara atılmayın :). Ha adliyenin ya da müzenin yeri değişir bilemem ama şimdilik adres budur :).



Gelelim müzeye bu kadar yürüdükten sonra ne bulduğuma. Bir kere en büyük keşfim canım canım Şener Şen Adanalıymış :). Onu öğrendim. Yine kendisi gibi oyuncu olan babası Ali Şen de Adana doğumlu lakin Şener Şen'in filmlerine ait bir oda dolusu poster bu müzede sizi karşılayacak. İki katlı odaları çeşitli temalarla donatılmış bu müzede, Şener Şen 'in odasının bir tek balmumu heykeli eksik :(. Neden eksik çünkü Yılmaz Güney, Abidin Dino, Orhan Kemal gibi isimlerin heykelleri varken Şener Şen ve Yaşar Kemal de bu heykellerden en önemli eksiklerdir diye düşünüyorum.





 



Evet, madem Yılmaz Güney dedik kendisi müze de adı en çok geçen isim olabilir. Heykeli, mektupları, film afişleriyle odasına sığmayıp koridorlara taşan bilgi belgeleri sergilenen bu önemli yönetmen ve oyuncunun Cannes Film Festivali'nden ödülle dönmesi ve Türk Sineması'na olan etkisinden dolayıdır diye düşünüyorum. Abidin Dino ve Orhan Kemal aşağıdaki gibi karşılıklı sonsuza kadar oturacaklar, karşı duvarlarında Adanalı ünlü oyuncuların fotoğraflarının sürekli neden kalabalıklaştığını merak ederek (en azından ben öyle varsayıyorum :))

 


Bu odaların birinde fotoğraf makinesi arşivi de sergileniyor. Fotoğraf sanatı düşkünlerinin özellikle ilgisini çekecek bu oda ile de güzel bir nostalji yaşıyoruz.



O kadar yol gitmeme değdi mi, bir sinema sever olarak tabi ki değdi. İyi ki gitmişim, çok güzel zaman geçirdim. Sizin de yolunuz düşerse uğramadan geçmeyin ki adresi (adliyenin orası) zaten biliyorsunuz :).



Adana'ya gittiğim zamanın Film Festivali ile çakışması tabi ki benim için bir şanstı ta ki Salı günü için üç filmlik bir liste yapıp acilen eve dönem gerekmeseydi :/. O üç filmlik liste de üst üste Haneke'nin Happy End'i, Wind River ve The Shape of Water vardı. Hepsi de tabi ki merak ettiğim filmlerdi ve hepsinin aynı salonda sıra sıra olması gibi harika bir denk gelişi vardı ta ki benim salı sabahı apar topar memleketime gitmem gerekene kadar. Velhasıl Filmekimi'ne gidemeyip Adana Film Festivali'ne sevinecekken yine şansım beni şaşırtmadı ve onun da kıyısından dönüp festivale sadece ve sadece bir film ile kapatarak kaçırılmış festivaller listeme bir yenisini daha ekledim. O filmi de festivalin ilk günü izledim, çok sevdiğim "Tabutta Rövaşata" filminin yönetmeni Derviş Zaim'in "Filler ve Çimen" filmiyle festivali başladığım gibi bitirdim :). Yorumunu atıştırmalıkta yazmak istiyorum, merak edenler beklemede kalsın :).



Festival ücretsiz ki bu durum avantaj gibi gözükse de dezavantaj olabilecek bir durum. Yine de eski yeni güzel filmlerin olduğu güzel bir festival umarım zamanı olanlar bu festivali kaçırmamıştır çünkü pazar günü son. Birçok film dışı etkinlikte oldu ama açıkçası onlar nasıl geçti pek bir fikrim yok Katılan duyan varsa yorumlarını bizle paylaşırsa sevinirim :). Tarihimin en kısa, jet festivalini tek film ile kapatmaktan gururlu ve mutlu olmasam da umudumu kaybetmiyor bu sefer de Viyana Uluslararası Film Festivali'ne oynuyorum çünkü neden olmasın?? :).


Dipnot: Fotoğrafların hepsi bana aittir, izinsiz kullanmayınız.
Devamını Oku »

15 Eylül 2017 Cuma

Sevgili Güllük #50 (Bana bu bahar da yine buhran var :/)

Sevgili Güllük, şimdi Film Ekimine gidemiyorum ama yine de gitsem ne izlerim listesi yapmak vardı da hiç içimden gelmiyor :/. Evet, bu sene de öyle uzaktan uzaktan hiç konuşmadan nasıl da bağladı beni :P.

Geçenlerde çok sevdiğim bir Peach Pit şarkısı vardı sadece canlı söyledikleri bayılıyordum. Şimdi yeni bir LP yayınladılar, kaydını yapmışlar nefis olmuş. Bu baharın şarkısını buldum anlayacağınız. Ben daha çok bulurum da açılış yaptım diyeyim, yine de bu şarkıyı baya dinlerim ben, şimdiden yeniden oynat tuşu ağardı. Yine bana hüsran bana yine buhran anlayacağınız.

Peach Pit - Alrighty Aphrodite




Peach Pit'in Youtube sayfası için tıktık. LP'den daha önce yayınlanan canlı performanslar da var, nefis nefis. 
Devamını Oku »

10 Eylül 2017 Pazar

Rahat Battı Biraz Diken Üstünde Oturayım Diyenler İçin Film Listesi

Aman ne güzel huzurlu huzurlu oturuyorum biraz canım sıkılsın, saçımı başımı yolayım, sinirlerim gerilsin diyenler, bu liste sizler için. Bu filmleri izlerken psikolojik olarak kendinizi hazırlamanızı öneririm zira bu filmleri izledikten sonra asla yerinizden mutlu kalkamayacaksınız. Rahatsız ediciliğin kitabını yazmış Haneke'nin bir sözüyle seyri pek de kolay olmayan bu listeye başlamak ister, size huzursuz seyirler dilerim.


1. Oldboy - Park Chan Wook (2003)




Bir intikam hiç bu kadar rahatsız edici olmamıştı. Park Chan Wook'un en bilinen filmi Oldboy intikam üçlemesinin belki de en bilinen halkası, sizi hayretlere sürükleyecek.

2. La Pianiste - Michael Haneke (2001)




Başlığı okuyunca akla gelen ilk isimlerdendir herhalde Haneke. İzlerken saçınızı başınızı yolmamanız elde değil. Isabelle Huppert'ta oyunculuk dersi verir hani :).

3. Naked - Mike Leigh (1993)




Bir müziği vardır ki off ki ne off. David Thewlis'in hayat verdiği baş karakterimizin bizi asla rahat bırakmayan hayatından bir kesit.

4. Requem For A Dream - Darren Aronofsky (2000)




Bağımlılıklar ve bağımlı insanların etrafında geçen bir dram. Sinematografisiyle desteklenen bu huzursuzluk ile rahatsız olmaya hazır olun. Bu arada Aronofsky'cim Lawrencelı yeni filmin "Mother"'ı da diken üstünde bekliyoruz :).

5. Mulholland Drive - David Lynch (2001)




Ortaokul lise zamanları, gazeteden kupon biriktirmişim beş dvd gelmiş çok mutluyum. Gelen filmlerden biri David Lynch, tabi sinemaya giriş 101deyim, Lynch kimdir nedir bilmiyorum. Filmi izleyeyim diye gayet mutlu koyuyorum bilgisayara sonra olanlar oluyor. Filmi izlerken allak bullak oluyor, uzun süre etkisinden çıkamıyorum. Yaklaşık birkaç ay öncesi Eraserhead'i izlemeye karar verene kadar da Lynch filmlerine gözümün ucuyla dahi bakmıyorum :). David Lynch olur da seni görürsem, benim de sana iki çift lafım olacak. "Gençliğimi yedin insafsız!".

Şimdi izlesem ne düşünürüm bilemem ama yönetmenin filmlerini mesafeliyimdir. Yakın zamanda kırmak dileğiyle. Belki şimdi her şey farklı olur, yeni bir başlangıç yaparız :). Daha ne anlatayım tabi ki rahatsız edici :).

6. Eyes Wide Shut - Stanley Kubrick (1999)




Böyle bir liste Kubrick'siz düşünülemezdi. Vals müzikleriyle gerilime hazır olun. Nicole Kidman'a rahatsız edici karakteriyle yaptığı katkıdan dolayı ayrıca teşekkür ederiz.

7. Üçüncü Sayfa - Zeki Demirkubuz (1999)




Tabi yerli yapımlarda böyle filmler hiç olmaz olur mu hem de alası olur :). Zeki Demirkubuz'un filmleri genel olarak seyri kolay olmayan filmlerdir. Üçüncü Sayfa'da hikayesi ve atmosferiyle keyfinizin yerine gelmesine bir an için bile izin vermeyecek!


8. No Country for Old Men - Coen Brothers (2007)




Javier Bardem'in öyle yakışıklı İspanyol'un nasıl meymenetsiz suratıyla arzı endam ettiği (işte oyunculuğun güzelliği) o da yetmez gibi bir güzel rahatsız ettiği kadar kafanızı da karıştırmayı ihmal etmeyecek bir film. Sırf Bardem'in o "muhteşem" yüzü bile soğuk duş etkisi yaratmaya yeter :).

9. Araf - Yeşim Ustaoğlu (2012)




Başarılı yönetmenlerden Ustaoğlu da rahatı pek sevmeyenlerden :). Sizi rahatsız edecek bir sahnesi var ki şöyle duyularınızı birkaç dakika boyunca kapatmak isteyeceğiniz cinsten!

10. Dogville - Lars Von Trier (2003)




En rahatsızını sona sakladım. Gerim gerim gerilin listenin hakkını vereyim diye. Yazarken bile gerildim. Yine başrolde bu konularda tecrübeli Nicole Kidman ki yeni iki filminde o buz mavisi gözleriyle yine bizi soğuk sulardan sıcak sulara atacağa benziyor (tabi çılgın kocalarından biri de o işi yapabilir :)). O filmler bir dursun da bu filmi izlerken kendinizi iyi hazırlayın. Zira rahatsız edici filmin tanımı olacak.
Devamını Oku »

6 Eylül 2017 Çarşamba

Abur Cubur #41 (The Sons of Lee Marvin)

Bu ağır abilerimizin harika şarkılar yapıp söylemeleri dışında uzun yüzlü oldukları gibi Lee Marvin hayranı olup kendilerine onun oğulları deyip ona benzeyen oğlu olabilir fiziksel özellikleri olması bir de bu bir grup adamın gizli bir topluluk kurmaları, üyelerin belli bir zamanda Lee Marvin filmlerini izlemeleri ve Jim Jarmusch ile münasebetleri olmaları tamamen tesadüftür :).

1. Nick Cave - Spell



2. John Lurie - Big Trouble



3. Iggy Pop - Break into your heart



4. Tom Waits - Hope don't fall in love with you



5. Neil Young - Heart of Gold




Yönetmen kontenjanından Jim Jarmusch;


Devamını Oku »

5 Eylül 2017 Salı

Sevgili Güllük #49 (Eganba Finito, İşte Bütün Mesele Bu Teşekkür ve Anket Sonucu)

Merhabalar :). Konuya yabancıysanız, bu makine ne anlatıyor diyorsanız ilk iki yazı için buraya ve buraya alalım :).  Birkaç kez uzun uzun anlattığım olaylı Eganba alışverişim bir eksikle elime ulaştı ve çevre halk tarafından coşkuyla karşılandı az çok 11 gün önce :). O kadar dert yandım artık bu olaylı alışverişi sizlerle sonlandırmak ve neler olduğunu anlatıp bu konuyu kapatmak isterim :). Öncelikle kitapları hayırladık ve Instagram'da hikayede uzun uzzunn (ki bu dediğime inanın) anlattım gelen kitapları. Hem pata küte, ikinci kez çekmedim, ne potlar ne potlar :):):). Balkabağına dönüşmeden izlediyseniz ne mutlu bana :). Hatta sonuna kadar izlediyseniz yıldızlı alkışlar sevgiler saygılar benden zira gerçekten uzun bir hikaye serisiydi :). Onun dışında sürekli "ön siparişi, temini" değişen kitabın hesabı kesildi, kargoya verildi  bayramdan birkaç gün önce. Vatana millete hayırlı olsun; alkışlar, çelenkler, çikolatalar. Yalnız iki günde getiren aras kargo sen git bayram tatili öncesine denk geldi diye taa bayram sonrası yani bugüne (05.09) anca getir :). Kitap olaylı diyorum boşuna değil, iki günde getiren kargo bile getirmedi :). Sonuç olarak iki günde temin yazan kitap bana 21 gün sonra ulaştı :).

İşte uğruna sekiz kitap bekletilen bekletip bekletip son anda eken sipariş vereni ortada bırakan sipariş alanı mağdur edip karizmasını zedeleyen ön siparişleri sürekli değişip son verilen tarihten gecikmeli gelen ama yine de iptal edilmeyip temin edilen işte o kitap, hani konfetiler :).

Ama kapağı çok güzel değil mi ya :)

Fotoğrafta belli olmuyor filtrelerden, kenarları katlanmış biraz da sararmış ama asla laf etmem, ne şartlar altında geldi, yine de geldi :). Gelmesi mucize sonuçta :).

İşte o kitap bu kitap o kadar dert dinlediniz bu kitabın fotoğrafını da sonuna kadar hak ettiniz :). Hatta isterseniz size de bir tane sipariş edeyim :):):). yok yok şaka yaptım, o çileleri çekemem bir daha ki zaten eganba almış önlemi yapıştırmış tükendiyi. Yaaa benle kapandı o defter, almak isteseniz de sitede yok :). Okumak isterseniz Dedalus'tan anında teslim bulabilirsiniz ama ben "iki günde temin"(yeniden açtırmayın ağzımı, merak edenler ilk iki yayına gitsin :))  yazdığı için kapağı daha çok sevdiğim için bunu tercih etmiştim. Bir de ilk Alakarga'dan çıkmış ya nedense öyle almak istedim de sonra üç serilik yazı çıktı işte :). En yakın zamanda okuyup yorumunu yazıp eganbaya selam çakacağım :).

Zaten uzun süre kitap almak istemiyorum internetten evde kitap doldu taştı, takas veya kitapçılardan yapılan alışveriş dışında bu tür kitaplı alışveriş yapmasam daha iyi (en ufak fırsatta kitap alışverişine koştu). Elimdekileri bitirme operasyonlarına da başlıyorum lakin okuyamama illeti çöktü başıma yine de çabalarım sürüyor :). Yarıyıl Reading Challenge'ı da baya aksattık, bakalım :).


İşte Bütün Mesele Bu miminden daha önce bahsettim. Sevgili Aysel'in hazırladığı bu blog keşif etkinliği gibi olan muhteşem mimde beni unutmayan ve "Önerilerine kendinizden bile daha çok güvendiğiniz blogger sorusunun ilk maddesine beni koyan canım bloglara (Blue Things,Her Telden Şef, Gezegenin Sihri benim gördüklerim) beni onore ettikleri ve tarifsiz bir mutlulukla beni sarmaladıkları için ayrıca teşekkür etmek istiyorum. İyi ki bu blogu açmışım ve sadece beni mimde seçen arkadaşlar değil genel olarak hepinizle tanıştığım için çok mutluyum. Hep beraber şuracıklarda yaşlanalım, gelişelim, okuyalım, okutalım umarım. Canlarım benim <3.

Ve son olarak gecikmeli olarak yazayım anketimiz sonuçlandı, katılım beklenen çoğunluğu sağlamadı yine ama Okunulası ardından İzlenilesi bu gruptan galip çıktı, geçen ankette de film listeleri öndeydi ama bu ankette kitaplar ben de varım dedi :). Lakin asıl olay oyların yarısından fazlasının benim canımın içi o 14 enfes kişinin, sen yeter ki öner Makine biz burada okumaya hazırız demesi. Tabi sadece "Fark Etmez, Sen Yeter ki Öner" dediler ama sonrakine ben yorum yaptım izninizle :).




Çok teşekkür ediyorum, mutlu ettiniz. İyi ki varsınız, iyi ki sizleri tanımışım. bu gibi durumlarda ne kadar teşekkür etsem az geliyor gibi hissediyorum benim de çeneme yani yazıma vuruyor, okuduysanız sonuna kadar bir selam verseniz de olur :). Sanatla kalın :).

Dipnot: Görsellerin hepsi tarafımdan hazırlanmıştır.
Devamını Oku »

3 Eylül 2017 Pazar

Bu Sonbahar da Kasımda Aşk Başkadır İzlemeyin Diye Hazırlanmış Liste

Tatilden dönüldü, bayramlar bitti, bitmek üzere. Bloglar canlanmaya başladı. Depresyon hırkaları, kalın sar sar bitmeyen şallar, bol bol yüzükler, etnik küpeler, şapkalar, kapalı ayakkabılar dedik ne izlesek onu demedik. Sonbahar bana hüznü anımsatıyor, toprak tonlarını ama güzel bir hüzün o yüzden şöyle hafif romantik, hüzünlü ama mutluluğu kıyısından köşesinden yakalayan film listesi yapayım da bu sene de "Kasım'da Aşk Başkadır" (hala izlemedi) izlemeyin diye liste yaptım :). Hadi gelin sonbaharı bu filmlerle kutlayalım. Filmlerin hepsi belki sonbaharda geçmiyor ama sonbaharda iyi gidecek içinizde buruk bir mutluluk bırakacak birbirinden tatlı 10 film :).

1. The Royal Tenenbaums - Wes Anderson (2001)




Sarının renk paleti içinde öne çıktığı, çılgın bir ailenin çılgın aşıklarının olduğu çok tatlı bir Wes Anderson filmi. Müzikleriyle de kulaklarınızı şenlendirir.

2. Midnight in Paris - Woody Allen (2011)




Sonbahar dedik romantik dedik klişe liste hazırlamadık ama klişe bir mekan seçtik yani Paris :). Zamanda yolculuk, ünlü yazarlar, aşk ve Paris manzarası, güzel gider :).

3. Chungking Express - Wong Kar Wai (1994)




Hüzün dedik hüznün babası olmazsa olmaz. Wong Kar Wai hüznü çok güzel anlatır bir de kendine bağlar. O da yetmezmiş gibi müzik keşfi yaptırır. Siz en iyisi izleyin anlatmakla olmuyor :).

4. Broken Flowers  - Jim Jarmusch (2005)




Böyle bir liste yaparız da melankolik yönetmenimiz Jim Jarmusch'u koymazsak olmaz. Bill Murray ile yola çıkalım, elimizde çiçekler. Geçmişi yad edip şöyle hüznü en derinlerde hissedelim :).

5. Happy Go Lucky - Mike Leigh (2008)




Her mevsim hüzünlü olmayı başaran İngiltere havasını almadan bu liste eksik kalırdı :). Şimdi kaç kere gittin de biliyorsun diye soranlara; hayır hiç gitmedik diye filmde mi izlemedik, hayret bir şey.

6. The Future - Miranda July (2011)




Bir ilişki, bir kadın, bir adam, bir kedi ve garip olaylar, değişik karakterler evet o bir Miranda July. Yönetmenimizden hüzünlü eksantrik bir film. Öyle herkes beğenmez :).

7. Like Crazy - Drake Doremus (2011)




Öğrenci değişim programıyla Amerika'ya giden aşkı bulup dönmek istemeyen istemeyince olayların birbirine karıştığı deli gibi aşık bir çift. Hüzünlü hüzünlü hele sonu ayrı bir hüzünlü sanki de spoylır olmasın şimdi.

8. Beginners - Mike Mills (2010)




Babasının ölümünden sonra iyice içine kapanmış bir adam ve güzel yabancı bir oyuncu. Geçmiş şimdi iç içe. Hüzünlü olduğu kadar eğlenceli de.

9. Paris, Je T'aime (2006)




Yine yer Paris ama birbirinden farklı 18 hikayeden oluşan farklı yönetmenler tarafından çekilen bu kısa filmlere bayılacaksınız :).

10. Harold and Maude - Hal Ashby (1971)




Bu filmi daha önce şu listede daha önerdim ama ne yapayım en sevdiğim filmlerden biri. Çok seviyorum :). Sadece sonbaharda değil tüm mevsimlerde içinizi sıcaklık kaplayacak hippi bir kara mizah :).

Ek Liste;

Tamam bilindik liste hazırlamayacağız diye başta böbürlendik ama demedik ki sevmiyoruz diye. Bu tür her listede denk gelebileceğiniz

Before Sunrise Serisi - Richard Linklater (1995,2004,2013) (2022'de de bekliyoruz :))
Eternal Sunshine of the Spotless Mind - Michel Gondry (2004)
500 Days of Summer - Marc Webb (2009)
When Harry Met Sally - Rob Reiner (1989)
The Lake House - Alejandro Agresti (2006)

da gayet bu listeye uygun benim de severek izlediğim filmler. Bak bir liste daha çıktı :). Bu liste de üsttekiler bana yetmedi daha fazla öner diyenlere gelsin o zaman :).

Bonus: Kasım'da Aşk Başkadır, ya ben bu filmi izlemedim ama başlık yaptım, çok görüyorum diye gına geldi izlemedim, bir ara bunu da izlesek mi :). Oyuncuları da iyi, konusunu da biliyorum gibi, pek sevmeyeceğim gibi hissediyorum ama başlığın hatırına bir ara izleyeceğim :).
Devamını Oku »

31 Ağustos 2017 Perşembe

Atıştırmalık #27 (Bozulmuş Ananaslar, Doksanlar Hiphop ve Miss Simone)

Aaa dostlar sonbahar geliyor, nedense çok heyecanlıyım. Büyük hissediyorum :). Canım depresyon hırkalarım, sar sar bitmeyen kalın şallarım, güzel şapkalarım, daha çok yüzüklerim, küpelerim, kapalı ayakkabılarım, gözlüğüm, ne çok sıcak ne çok soğuk hava. Kahvem, kitabım, kulağımda en derin indieler, shoegazeler, dream poplar, biraz da synth poplar, arada gelip giden kapalı hava, dökülen yapraklar, toprak tonları şeyler ohh miss. Her şey bir bütün, sonbaharı ayrı mı seviyorum ne :). Bir de o haber gelse var ya, off tam olacak :).

İlk iki filmi yıllar önce son filmi de haftalar önce izledim. Yıllar önce derken abartmayı severim baya oldu yani ama yıl değil tabi ki :). Üç filmden de memnun kaldım. Güzel filmlerdi.

Fallen Angels - Wong Kar Wai (1995)




Yine bozulan ananaslar, kavuşamayan aşıklar, unutulan ve hatırlanan anlar, beni beğeneni ben ben beğenmem benim beğendiğim ise beni beğenmez durumlar, patlayan silahlar ve etkileyici çekimler. Karşınızda Wong Kar Wai, bu adamı çok seviyorum ama bu film üçlemenin, Chungking Express'in veya Happy Together'ın altında bence. Kötü mü asla, gayet güzel. Müzikler, çekimler, anlatım beni çekiyor ve seviyorum Wong Kar Wai'i (Wong Kar Wai İsmail Yk sözleriyle yaptığım film açıklamasını sorguladı, beni filmlerini izlemekten sonsuza kadar men etti :/).

Dope - Rick Famuyiwa (2015)




Bu filmde dram yazıyor diye erteledim de keşke ertelemeseymişim, ağır dram diye düşünürken açıklamasını okudum ve o kadar da değildir deyip izledim. İyi ki izlemişim güldürdü baya :). Başlarda daha güzeldi sonrası nasıl desem ilk bölüm kadar güzel değildi sanki. Yine de güzel film. Tarzı olan karakterleri filmleri severim. Bu filmde de tema olarak 90'lar Hiphop seçilmiş. Kostümler süperdi, bisikletler de. Lakin daha derin olabilirdi biraz üstünkörü olmuş, o dönemin ruhunu karakterde daha çok görmek isterdim inandırıcılık açısından. Daha iyi olabilirdi ama yine de iyi film kategorisinde anlayacağınız :).

What Happened, Miss Simone - Liz Garbus (2015)




Ben belgesel sevmem çok nadir izlerim ama Nina Simone sevgim bu aralar bir kabardı hakkında belgesel film var mı kesin vardır diye araştırıp bulup izlemem bir oldu. Bayıldım. Zaman nasıl geçti anlamadım. Zaten ödül de almış. Çok güzeldi. Simone'un ikinci eşi ile evliliği ve menajerliği üzerinde en çok durulmuş, ilk evliliğinden bahsedilmiyor, çocukluk yılları ve ailesi sadece müzik ile bağlantılı olarak özetle anlatılmış. Son yılları da yine sonuç olarak özetle karşımızdaydı. Gelişme bölümü kendi röportajları, Andre Stroud ile evliliği, çocuğu ve kariyeri odak noktamız. Konuşmacılar arasında eski eşi ve menajeri, kızı Simone ve sanat yaşamında kendisine eşlik etmiş hayatına dahil olmuş insanlar var. Çok uzun bir belgesel değil. Simone şarkıları eşliğinde hayatındaki tepe noktalarını izliyoruz. En güzeli de onu dinliyoruz. Hiç kolay bir yaşamı olmamış. Irkçılığa, psikolojik ve fiziksel şiddete, ayrımcılığa, baskıya maruz kalmış bir kadın Nina Simone. Ne kadar güçlü bir kişiliği olsa da en sonunda o da bir yerde patlamış. Yazarken bile tüylerim diken diken oluyor. Severler bu belgeseli kaçırmasın, çok detaylı değil ama çok güzel bir film.
Devamını Oku »

30 Ağustos 2017 Çarşamba

Richard Brautigan Sevmek


Duyduk duymadık kalmasın, seviyorum uleeennn. Asla tanımayacağım birini, kitapları dışında iletişim kuramayacağım birini seviyorum. Başlıktan anladığınız üzere Richard Brautigan'ın imzasını alıp kitaplarınıza bayılıyorum keşke daha çok yazsanız diyemeyecek olsam bile çok seviyorum :). O zaman yayında olan tüm kitaplarını okuduğum tükenenleri okumak için elimden geleni yaptığım yazarın kitaplarına göz atalım :).





Kürtaj: Tarihi Bir Aşk Romanı, 1966

Yazarın okuduğum ilk kitabı ve son olmadı :). Çok sevdim. Bu tarz kitapları seviyorum, beat kuşağını ve yazdıklarını basit ve akıcı bir dille anlatmalarını seviyorum. Bu kitap da öyleydi, hemen bitti. Baya iki üç saatte, aralarla bitti herhalde. O kadar akıcı öyle söyleyeyim. Bu hikayede anlatıcı kütüphane görevlisi ama kütüphane bildiğiniz kütüphanelerden değil. 7/24 mesaili, kitaplarda bildiğiniz kitaplardan değil kopyası olmayan dünyada tek örneği olan kitaplar. Bir de kız arkadaşı var güzellikle lanetlenmiş. İlişkilerini anlatıyor.

Karpuz Şekerinde

Çok ama çok güzel bir kitap neden yazarın enlerinde adının geçtiğini okuyunca anlıyorsunuz. Çok da hüzünlü bir hikaye sonunda gerçekten çok duygulandım. Brautigan'ın bu romanı BenÖlüm'de geçiyor. Farklı bir dünyaları var. Her gün güneş farklı renkte doğuyor ve o günler farklı renkli karpuzlar üretiyorlar. Ürettikleri karpuzun şekerinden evler, elbiseler, camlar aklınıza gelebilecek birçok şeyi üretiyorlar. Bir de kaplanların konuşabildiği ama soylarının tükendiği bu yeri hiç yadırgamadan sade ve akıcı bir dille o kadar güzel anlatmış ki yazar uzun cümlelere ya da paragraflara gerek duymadın sanki siz de karpuz şekerinde yazıyormuşsunuz gibi bir çırpıda okuyorsunuz kitabı. Yazara bu kitapla başlayabilirsiniz, ben fuara ilk gittiğimde bunu ilklerde okumamda ısrar ettiler ve nedenini okuyunca anladım ama ikinci gidişimde başka kitaplarını yine de aldım. Öyle güzel bir yazar işte :).


Babil'i Düşlemek: Bir Özel Dedektiflik Romanı - 1942

Bir dedektif hikayesi ama o bildiklerinizden değil. Kendi hayal dünyasnda ki bu dünya Babil'de yaşayan ve bu yüzden birçok şeyi kaçıran bir adam... Öyle düşlüyor ki ne kirasını ödeyebiliyor ne de yemek alacak parası var. Yani temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar. Onun boş zamanları Babil'i düşlemekten kalan zamanlar. İşte nasıl olduysa onu bu düşlerden çıkaracak bir iş alır. Kim hayattan bir şekilde vazgeçmiş bu adama iş verir derseniz litrelerce bira için bir kere bile tuvalete gitmeyen yanında kalın ense şoförüyle gezen o güzel kadındır. Bu "özel" dedektifimizden bir ceset çalmasını isteyecektir. Peki bu özel dedektifimiz Babil'i düşlemekten kalan zamanlarda bu görevi başarabilecek midir işte orası kitapta :).

Ben okurken çok zevk aldım. Polisiye severim ama Brautigan'ın polisiyesi de ayrı güzel oluyormuş.

Sombrero: Bir Japon Romanı

Daha önce yazdım, ayrıntılı incelemesini burada bulabilirsiniz. Özet geçmem gerekirse siz bir hikayeye başlarsınız, bıraksanız da yazmayı hikaye devam eder. Japon sevgilisinden yeni ayrılmış umutsuz aşık yazarımızın hikayesini dinlerken bir yandan yazmayı bıraktığı hikayesinin devamını, diğer taraftan da sevgilinin rüyaları ve uykusunda geziniriz. Karışık gibi görünse de su gibi akıp giden bu romanı yine bir çırpıda okuyacaksınız :).

Çimlerin İntikamı

Brautigan'dan öykülerinin toplandığı bir kitap. Kısa kısa öyküler. Başlardaki öyküleri daha çok sevdim sanki ama diğerlerini de sevmedim diyemem. Romanlarının ben de ayrı yeri var, bu kitap romanlarına göre bir tık aşağıda ama zevkle okuyacağınız Brautigan tarzı öyküler.

Japonya Günlükleri

Böyle tadının damağınızda kaldığı bir kitap. Başlangıçta bir yazı ile başlayıp daha sonra şiir görünümlü günlüklere geçiyor. Sonunda da Brautigan hakkında bilgiler var ki çok hoşuma gitti. Japonya anıları şiir tadında.

Willard ve Onun Bowling Kupaları: Sapkın Bir Roman

Üç farklı hikaye ve hepsi aynı anda ilerliyor ama hiç zorlanmıyorsunuz okurken. Dili sade ve akıcı. Bildiğimiz Brautigan :). İki komşu evli çift ve bowlingle ve kupalarıyla kafayı bozmuş üç kardeş. Bu üç farklı hikayenin ortak yanı tabi ki Bowling Kupaları bir de Willard var tabi :).

Big Sur'un Güneyli Generali

Yazarın yayınlanan ilk romanı. Tam olarak nasıl tarif edeceğim bilmiyorum ama diğer kitaplara göre daha uzun bir kitap. Bölümler kısa ama genel olarak diğer kitaplara göre uzun. Yazar bundan sonraki kitaplarda iyice sadeleştirmiş kitapları ve bence çok daha güzel olmuş. Bu kitapta da Jesse olayları anlatıyor ve kendisi Big Sur'un Güneyli Generali (ve/veya onun torunu da diyebiliriz) Lee Mellon'un Jesse ile toplum dışı yaşamlarını okuruz. Bu kitabı diğer romanlara göre daha az sevdim yüksek ihtimal Lee Mellon karakterinin antipatikliğinden ötürü. Sevemedim  kendisini ve kitap da onun hakkında bir kitap olduğundan notum bir yıldız düşük oldu. Lakin yine de zevkle okudum özellikle sonlara doğru yine diğer kitaplarda aldığım tadı aldım.




Bu okuduğum kitapların hepsini sevdim ama en çok hangileri bende yer etti diye sorarsanız Karpuz Şekerinde, Kürtaj ve Babil'i Düşlemek derim. Diğerlerini de sevdim ama bu üçünün yeri ayrı :). Kitabın başlığındaki o açıklayıcı yazıları da çok seviyorum. Yukarıda da yazdım, kitabı daha ilgi çekici yapıyor.

Maalesef Brautigan'ın her kitabı çevrilmemiş ve çevrilenlerden bazıları da tükenmiş durumda. Eğer olur da o kitapları okuma şansım olursa bu listeyi güncellerim. O kitapları bulmamda da bana yardımcı olacak bir yorumunuz varsa seve seve okurum. Nadirkitap, yabancı siteler, ukitap benim bildiklerim. Hatta Altıkırkbeş yayınlasa tekrardan daha da güzel olur, şöyle hiç yayınlanmayanlarla beraber :).

Bir de 6:45 yayınevinin kitaplarında genel olarak görülen yazım hataları var bazı kitaplarda. Babil'i Düşlemek de bir iki bölüm tekrardan basılıp iki kez konmuş, eksik paragraf ile. Benim elimdeki baskısında öyleydi en azından. Bir de samimi dili var yayınevinin kitaplarında da görülen onu seviyorum :). Aslında yayınevinin beş kitap/yazar yazısını yazıyorum, güzel kitaplar çeviriyorlar.

Brautigan'ın kendine has tarzını, anlattıklarını okumayı çok seviyorum. Eğer siz de hiç okumadıysanız yazarın kitaplarına bir şans verin hem de hemen. Keşke böyle trajik bir şekilde aramızdan ayrılmasaydı :(. RIP Richi, seni seviyoruz ve unutmayacağız <3
Devamını Oku »