üçleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
üçleme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2019 Cumartesi

The Long Island Trilogy - Hal Hartley (Seri Filmler #9)

Güven sorunu, sıkıntılı ebeveynler, araba tamircileri, güzel kızlar, yakışıklı erkekler ve buram buram doksanlar! Amerikan bağımsız sinemasının liderlerinden Hal Hartley'in Long Island üçlemesi ile seri film önerilerimize devam ediyoruz. Bu filmlerde Martin Donovan, Robert John Burke, Adrienne Shelly gibi birçok ünlü oyuncunun gençliklerinin en güzel döneminde izlerken garip bir mizah anlayışıyla da eğlenmeyi ihmal etmiyoruz. Suç, macera, romantizm ve alışagelmedik komedi filmleri izlemek isterseniz birbirinden bağımsız filmlerden oluşan bu seriye bir şans vermenizi öneririm, keyifli seyirler.

The Unbelievable Truth (1989)



Dünyanın sonuna geldiğine inanan genç bir kızın aşk ile imtihanı. Adam öldürme suçundan hapishanede yatmış Josh kasabasına geri döndüğünde orada geliştirdiği ve iyi olduğu araba tamircisi vasfıyla hemen iş bulur ve ustasının kızına aşık olur (Cem Karaca - Tamirci Çırağı mırıldanmaya başladınız, biliyorum). Kızımız Audrey de bu genç adama karşı boş değildir ve kavuşmaları için gerçekten de dünyanın sonunun gelmiş olması gerekebilir.

Trust (1990)



Babasıyla tartışırken istemeden ölümüne sebep olan hamile genç kızımız Maria evden kovulunca soğuk bir gecede Matthew ile tanışır. Aralarında ilginç bir arkadaşlığın başladığı bu ikiliden Matthew'un ailesiyle ilişkisi de Maria'dan hallicedir. Birbirlerini destekleyen bu ikilinin güven testinden geçmeleri uzun sürmeyecektir.

Simple Men (1992)



Kanun kaçağı babalarına ulaşmaya çalışan iki kardeşin Long Islang macerası. Ortağı ve sevgilisi tarafından kandırılan Bill, daha sonra küçük kardeşi Dennis ile beraber Long Island'da bir kafe işletmecisi Kate ve arkadaşı Elina'ya rast gelirler. Zamanla babalarından çok da uzak olmadıkları anlarlar ama bu arada aşk da onları ziyaret eder. Aklımıza Godard'ın dans sahnesiyle ikonlaşmış filmi Bande A Part'ı getiren çok tatlı bir dans sahnesini de unutmamak gerek :).
Devamını Oku »

13 Ekim 2017 Cuma

Finlandiya Üçlemesi - Aki Kaurismaki (Seri Filmler #5)

Aki Kaurismaki'nin bir diğer üçlemesi de benden kaçmadı ve Drifting Clouds ile başlayıp The Man Without a Past ile devam eden ve Lights in Dusk ile nokta konulan Finlandiya Üçlemesi de yine birbirinden bağımsız hikayelerin olduğu, bazı oyuncuların farklı karakterlerle diğer filmlerde karşımıza çıktığı bu seride yine proletarya (ve sigara) başrolde.

Drifting Clouds (1996)




İşlerinden yakın zamanda çıkarılan orta yaşlarındaki çiftimizin iş bulma döneminde geçirdiği sıkıntılı dönemi anlatıyor. Banka, polis ile münasebet, iş bulma kurumu, şiddet, köpek, müzik, sigara ve sigara. Bu ögeler ya da temalar ne derseniz deyin Kaurismaki'nin hemen hemen her filminde kendine yer bulur. Bu filmde de yer yer mizahi bir dille bu süreç bize aktarılır.

The Man Without A Past (2002)




Yukarı da saydığım temaların görüldüğü bu filmde, geçmişini hatırlamayan bir adamın dramı anlatılır. Karakterimiz neden tanıdık gelmeyen bir şehirde kendini bulduğunu, geçmişini veya adını hatırlamamaktadır. Kaydı bulunamayıp öldü sanılan bu isimsiz karakterimiz öldü sanılırken dirilir ve sadece geçmişini hatırlamaz, geçmişini siler ve bu talihsizlik onun talihi olur. Hayata yeniden başlar; yani ölümü onun yeniden doğmasını sağlar.


Lights in the Dusk (2006)




Diğer üçlemedeki gibi umut ve olumlu sonuçlar son filmlerde görülmez ve serinin son filminde diğer iki filmden farklı sonlar yaşanır sanki ilk ikideki güzel sonucun acısını çıkararırcasına. Karşılıksız aşk bu filmde Kibritçi Kız'daki gibi karakterimizin umutlarının sonu olur. Güvenlik görevlisi olarak çalışan Koistinen, toplumda göze çarpmayan ama umutları hayalleri olan biridir. Bu hayalleri beklenmedik bir kadının hayatına girmesiyle ummadığı anda yıkılır. Aşk bu film de kurtarıcı değil yıkıcıdır. Filmde Kaurismaki öyle fırsatlar yaratır ki işte şimdi belki derken içinizdeki Yeşilçam sevdalısı, her seferinde bile bile kaçınılmaz sona yaklaşılır.

Kaurismaki'nin yine işçi sınıfından karakterleri başrole koyduğu bu seri de yönetmen bize sıkılmadan izleyeceğimiz güzel hikayeler sunuyor. Sadelik, kara mizah, müzik kullanımı ve sigaralar yine değişmeyen temalardan sadece bazıları. Aki Kaurismaki izleyin, izlettirin. Bol sinemalı günler :).
Devamını Oku »

12 Ekim 2017 Perşembe

Proletarya Üçlemesi - Aki Kaurismaki (Seri Filmler #4)



Cennetteki Gölgeler (1986)




Çöpçü olarak çalışan Nikander'in aşkı tatmasıyla değişen rutin hayatı. Bir gün bir kız ona yardım eder ve hayatı farklı bir yöne gider. İşçi sınıfının toplumdaki yerini bize çeşitli şekillerde gösteren bu film, başarılı hikayesi ve güzel oyunculuklarla göz doldurur.


Ariel (1988)




Ariel'de maden işçisi Taisto'nun babasının beklenmedik ölümü ile yollara düşmesinin ardından başına gelen 'ilginç' olayları izleriz. Yer yer kara mizaha başvurulan filmde sadelik ve basitlik yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi ön planda. Müzikler yerinde, oyunculuklar güzel.

Kibritçi Kız (1990)




Diğer iki film birbirine daha çok benzerken üçlemenin son filminde kibrit fabrikasında çalışan Iris'in aşkı tatması ile geçirdiği değişim Kati Outinen'in enfes oyunculuğuyla diğer filmlerden biraz daha farklı sonlanır.

Her filmde bazı küçük detaylar vardır birbirlerine bağlanan. Her filmde şişe vardır zamanı anlatan mesela ya da eğlenmek için gece dışarı çıkıp bir türlü eğlenemeyen işçiler. Her filmde karakterler suça bir şekilde karışır ve hapishaneye yolu düşer. Son filmde hapishane ile ilişki olsa da öyle bir sahne yoktur çünkü burada hapishane şekil değiştirir. Iris'in içinden çıkamadığı, kaçamadığı gerçek hapishanesi  hayatının tüm kontrolünü elinde tutan ailesinin evidir.

Filmlerde şişeler ve zaman, eğlenmeye çıkan ama eğlenemeyen işçiler, suç işlemek ve polis ile münasebet, hapishane, müzik kullanımı, tabi ki üçlemeye adını veren işçi sınıfından üç başrol ve sigaralar vardır. Her karakter aşkı tadar ve çeşitli şekillerde değişim geçirir. Kara mizah, dram ve sadelik üç filmin yine ortak özelliklerinden.

İlk iki film birbirine daha çok benzerken son filmde işler biraz daha farklıdır ama serinin her filmi ayrı güzeldir. Hala Aki Kaurismaki izlemediyseniz başlamak için ne güzel bir seri :). Mutluluklar :).
Devamını Oku »

15 Haziran 2016 Çarşamba

Wong Kar Wai'den Resmi Olmayan Üçleme (Seri Filmler #3)

Bu aralar ne izliyorsun diye sorarsanız size iki yönetmenin adını verirdim. Biri Pedro Almodovar, diğeri ise Wong Kar Wai. Bu sene izleme fırsatı bulduğum bu iki yönetmenin de resmen bağımlısı oldum, şimdi her bulduğum fırsatta filmlerini izlemeye çalışıyorum. Bugün de sizlere bu yönetmenlerden ikincisini yani, Wong Kar Wai'nin resmi olmayan üçlemesini tanıtacağım ama sadece önereceğim, inceleme olmayacak :). Yönetmen Wong Kar Wai'nin "Days of Being Wild" ile başlayıp, "In the Mood for Love" ile devam edip, "2046" ile sonlanan bu üç güzel filmini sizlere tanıtacağım. Benim izlemem 2046 ile başladı çünkü üçleme olduğunu bilmiyordum :). Zaten bu filmi izlemesem de ikinci filmi izliyor olacaktım eğer bulabilseydim. Wong Kar Wai'nin adı genelde 2. film ile anıldığı için onu izlemeye çalışıyordum çünkü ilk kez yöentmenin filmini izleyecektim, ondan umudu kesince 2046'yı izledim ama gelin görün ki o aslında serinin son halkasıymış :) (Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak). Zaten karmaşık olan film benim için daha da karmaşık oldu. Tabi başlarında ama sonlarında alıştım. Hatta çok sevdim, o filmi Chungking Express izledi ki bence kesinlikle izleyin. Ardından ben şu seriyi artık izleyeyim dememle, ilk film ardından ikincisi hızımı alamayıp 2046'yı tekrar izledim :). Ve bir kez daha hayranlık. İlk izlediğimden mi bilinmez ama üçlemede 2046'nın yeri ayrı bende ama bu tabi ki demek değil diğerleri kötü. Aksine belki de benim son filmi bu kadar sevmem ilk iki filmde kurulan bu dünyanın sağlamlılığıdır, bilinmez (çünkü ben iki filmi izlemeden zaten sevmiştim 2046'yı, kendi kendimi çürütürüm, üstüme tanımam :)). Bu sadece bir yorum tabi :). Size sevmeniz için çok sebep verecek bu filmlere gelin kısaca bakalım. Bakmadan önce şunu söylemeliyim ki üç filmin de müzikleri içinize işler, etkisinden kolayca çıkamazsınız. Son filmdeki güzeller güzeli Ziyi Zhang başta olmak üzere, karizmalar karizması Tony Leung Chiu Wai'nin oyunculukları beni benden aldı. İlk filmdeki Leslie Cheung yine aynı şekilde. Ne deseler ne yapsalar içime işledi ama yine de diğer oyuncuların hakkını yemek istemiyorum. Gerçekten her şeyiyle başarılı filmler. Laf yine uzadı, hadi bakalım artık yakından :).




1. Days of Being Wild - Vahşi Günler (1990)




"Duydum ki bacakları olmayan bir kuş varmış. Sadece uçabilen, uçabilen ve yorulduğunda rüzgarda uyuyan. Kuş ömründe sadece bir kez yere inebilirmiş... öldüğünde"

"Doğumundan ölümüne kadar sadece uçabilen bir kuş olduğunu düşünürdüm. Gerçek şu ki kuş hiçbir yere gitmedi. Kuş en baştan beri ölüydü."

"Bu bir gerçek, inkar edemezsin çünkü geçmişte kaldı."




"Her zaman bir dakikanın uçup gittiğini düşünürdüm. Ama bazen o gerçekten kolay kolay geçmiyor. Bir keresinde, biri saatini gösterdi ve bana sırf bu dakika yüzünden, beni hatırlayacağını söyledi. Bunu dinlemek o kadar cazibeliydi ki... Ama şimdi saatime bakıyorum ve kendime bu andan itibaren bu adamı unutmak zorunda olduğumu söylüyorum." 






Serinin ilk filmi. Kalp kırıklıklarıyla dolu bir aşk hikayesi. Kimseye bağlanamayan bir genç, ona aşık iki kadın. Oğlan gerçek annesini ararken, kadınlar onun gerçek sevgisini arar. Çok güzel çekimler, diyaloglar, hikayeler. İlk gençlik dönemi, ilk aşklar. Ama içlerinden birinin hikayesi bitmez, o başka filmin konusudur.



2. In the Mood for Love - Aşk Zamanı (2001)




"Biz onlar gibi olmayacağız."

"Eğer fazladan bir biletim olsaydı, benimle gelir miydin?"




Bir erkek bir kadın. İkisi de evli ve bir ortak noktaları var. Eşlerinin yasak aşkı var. Onların aşkı bu çiftin arasında başka bir aşka yol açar. Ama bu aşk mutlu sonla biter mi hayır. Wong Kar Wai'nin bu üçlemesinde mutlu son aramayın; ama melankoli, kalp kırıklıkları, aşk acısı ve unutamama bunlardan bolca bulursunuz. Yine yavaş çekimler, eller, süzülen sigara dumanları, vantilatör genel olarak filmlerinde görülen belli başlı semboller. Yönetmeni izlemek bir zevk. Kıyafetlerden, dekorlara ince düşünülmüş, güzel ayrıntılar.





3. 2046 (2004)



" 2046'ya herkes aynı amaçla gider, kayıp anılarını tekrardan yakalamak için çünkü 2046'da hiçbir şey değişmez. Yine de, hiç kimse bunun doğru olup olmadığını bilmiyor çünkü hiç kimse geri dönmedi."




"Aşk zaman işidir."




"Bir keresinde birine aşık oldum. Acaba o da beni sevdi mi diye merak etmeden duramıyorum."

"Eğer doğru insanı bulduysan neden diğerleriyle zaman harcayasın ki?"

"Neden önceki gibi olamıyor? Lütfen gitme. Bu gece benimle kal. Seni ödünç almama izin ver."




Her kalp kırıklığı başkasının kalbine mal oluyor. Mutluluk, karşılıklı aşk çok uzakta. Bu sefer Su Li Zhen in acısını unutamamış Chow' un ondan sonraki hayatını izleriz. Geçmiş hep orada; ne yakasını bırakıyor ne de mutlu ediyor. Geçmiş belirsiz. Bu sefer güzeller güzeli Bai Ling var. Hüzün, kalp kırıklığı, karşılıksız aşk, vazgeçememe, unutamama, nefret ve acı acı acı. Chow'un kalbi kırıktır ve o da kalp kırar. Dedik ya mutlu aşk yok bu filmlerde varsa da adı var, görünen yok.


Not: Eğer bu yayındaki gifleri ve fotoğrafları sevdiyseniz daha fazlası için tumblr hesabımı takip edebilirsiniz :).

http://mubblr.tumblr.com/

Devamını Oku »

25 Mart 2016 Cuma

Üç Renk Üçlemesi - Krzysztof Kieslowski (Seri Filmler #2)

Söylenecek pek bir şey yok ben de sizlerden pek farklı hissetmiyorum. Korkuyorum, endişeleniyorum, kızıyorum vs vs. Bir şekilde devam ediyor hayat, pek yaşadığımız söylenemez. Ben de daha çok sarılıyorum sanata. Öyle işte.

Yine izlemekte geç kaldığım bir seriden bahsedeceğim size. Birbirinden bağımsız ama bir şekilde bağımlı, Fransız bayrağının renklerini temsil eden üç film. Şimdiye kadar bilenler zaten anlamıştır. Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski'in Üç Renk üçlemesi seri filmlerin bugünkü konuğu. Mavi, Beyaz ve Kırmızı olarak devam eden serinin her biri de bir temayı işler. Şimdi sizi bol fotoğraflı gifli bir yayın bekliyor. Daha önceki seri filmler yayınımda Ethan Hawke ve Julie Delpy'li Before serisini tanıtmıştım, işe bak ki bu serinin ikinci filminde yine Julie Delpy var. (Kendi blogumda kendime fun fact yaptım çaktırmayın :))

Üç Renk : Mavi



Özgürlük temasının işlendiği bu film benim favorim olur. Ve bu filmin beni en etkileyen kısmı da sanırım kamera açılarıdır. Juliette Binoche'nin oyunculuğu ayakta alkışlatır. O kadar güzeldir ki tekrar tekrar izlemek istersiniz. Buram buram mavidir bu film, adının hakkını verir.


İşte bunun gibi enfes çekimler var ki kendine hayran bırakan.


Yaktın bizi hayin Juliette ama tiryakin de olduk hani. Bir Juliette Binoche kolay yetişmiyor gençler.


Bu sahneyi çekebilmek için kaç şeker eritti Kieslowski abimiz 5 saniyede eriyenini bulmak için, şimdi bir gifi çok görmeyelim ona. Onun dışında benim için de çok özel bir sahne. Her batırdığımda şekerimi içeceğime bilin ki unutmamışım hala bu sahneyi ilk gördüğüm zamanı, yeri...


Her filmde ortak olan sahnelerden ilki.


Bu ilk filmde ikinci filmin baş karakterini az da olsa görebilirsiniz.


Yine aynı şekilde burada da ikinci filmin başında boşanan çiftimizin mahkemeye geldikleri anı görebilirsiniz. 



Üç Renk : Beyaz




Benim sıralamamda son sıradadır. Film çoğunlukla Polonya'da geçer ve eşitlik temasını işler. Başrol oyuncusu özellikle son sahnede enfes bir oyunculuk çıkarır. Bu filmde de eşitlik teması işlenir. İlk sahnelerde ilk filmden Julie karakterinin yanlışlıkla girdiği mahkeme salonu bu çiftimizin boşandığı salondur, bu da hoştur :). Beyaz öyle yoğun değildir bu filmde ilki ya da ikincisi kadar.



İşte o sahnelerden ikincisi.


Bu filmde de yanlışlıkla Julie'nin çiftimizin davasına girmeye çalıştığı sahne.



Ve beyaz.


Üç Renk : Kırmızı



Sıralamamda ikinci sırada yer alır kendileri. Yine bolca kırmızı görürüz ama yine de ilki kadar değil sanırım. Bu film güzel kafa karıştırıyor bir yandan da çözüme ulaşıp bağlanıyor. Şöyle detaylı güzel uzun incelemek güzel olurdu ama haddimi de aşmak istemem. Belki yürek yediğim bir gün uzun uzun incelerim :).



 Yine saatlerce izleyebileceğim bir an. Hayran olmamak elde değil bu yönetmene.





Yargıcı da hep sırtından çekmişim, resmen adamı yok saymışım:).



Tabi ki hayır, buradan bakabilirsiniz. Kendisinden bolca alıntı yapabileceğimiz, filmde belki de en önemli karakterdir kendisi.


Ve en sonunda baş karakterimiz bu yaşlılarımıza yardım etmeyi aklına getirir :).

Bu filme torpil geçmedim :).  Zaten dediğim gibi Juliette Binoche varken bu filmi birinci yapmam çok zor :). Sadece size şu ayrıntıları göstermek istedim. İlk fotoğrafta gördüğünüz gibi saatinden çarşafına en küçük detaya kadar kırmızı. Adının hakkını verir bu filmler.

Şimdi bu filmde size kırmızı fon üzerinde üzgün karakterimizin üç formunu sırasıyla paylaşacağım.


 Çekilirken


Afişte


Ve son sahnede.

Üç filmde de mahkeme salonuna gideriz, bir yaşlı teyzemiz şişe atmaya çalışır, renkler filmin genel rengini oluşturur, Fotoğraflarda da görebilirsiniz. Müzikleri de yine çok güzeldir. Tabi örnekler çoğaltılabilir uzun uzun film incelenebilir ama ben spoiler vermeden sizlere kısaca filmleri tanıtmak istediğim için en azından bu yazımda o işlere girişmeyeceğim. Bir sonraki yazıya kadar kendinize çok iyi bakın, sanatla kalın :).

Not: Yine görsellerin hepsi bana aittir :).
Devamını Oku »